Bir Ferdi Tayfur geldi geçti dünyadan. Yaşadığı dönemde özellikle 80'li yıllarda fırtına gibi esip, arabesk müzikle de olsa gençlerin yüreklerine dokunmuş bir sanatçı olarak iz bırakıp gitti.
Ben esasen bu tür yazılara çok yer vermem. Ancak günümüzde “Kula kulluk edene yazıklar olsun!” derken söyledikleriyle bağdaşmayan, “Ben insan değil miyim?” derken bunları unutan, “Bu devirde kimse şah değil, padişah değil” derken birilerine yakıştırma yapan, ancak ve ancak isimlerinin popüler kalması ve ekranlarda yer almak için yağcılık yapanları herkes çok iyi biliyor. Örnekler çoğaltılabilir ancak aralarından Ferdi Tayfur bu gibi menfaatler için eğilmeden, bükülmeden ömrünü tamamladı gitti.
Yıl 1980'ler idi. Toplumun arabesk ile pop müzik arasında boğuştuğu, arabeskin kendini kabul ettirmeye çalıştığı yıllardı. İnsanların, “Susadım çeşmeye varmaz olaydım” ile “Seni üzgün görsem ben kahrolurdum”, “Düştüm yine çaresiz gurbetin yollarına” ve daha onlarca Ferdi Tayfur’un şarkısıyla kendinden geçtiği günlerdi.
İzmir Fuarı ise ülkenin en büyük ve en görkemli fuarı olarak teknolojik yeniliklerle birlikte sayısız gazinoda en gözde şarkıcıları halkla buluşturuyordu.
Ben kendi adıma siyasette, sporda olduğu gibi popüler şarkılarda da çok fanatik bir yapıya sahip değilim. Ancak çevremdeki arkadaşlar tutturdular “İzmir Fuarı’na Ferdi Tayfur’u dinlemeye gideceğiz” diye. Takıldık birbirimize, düştük yine çaresiz gurbetin yollarına, vardık fuara. Uzunca kuyrukları bekleyerek biletleri aldık, konsere girdik. O sıralar Barış Manço da yeni yeni popüler olmaya başlamış ama toplum “Ferdi, Ferdi” diye neredeyse çıldırıyordu. Bazı sanatçıların ardından Barış Manço çıktı sahneye. Ama önümüzde bir gurup bayan, “Barış.... Barış...” diye kendinden geçiyor. Tabii ki rahmetli Barış Manço’nun şarkıları bizlere pek hitap etmediği için sabırsızlıkla Ferdi’yi bekliyoruz. Ancak Barış Manço’nun şarkıları da, konseri de bitmek bilmiyor.
Bir hayli zaman geçtikten sonra Ferdi Tayfur büyük bir coşkuyla çıktı sahneye. Ancak saatler gece yarısını çoktan geçtiği için biz ve bizim gibi uzun yoldan gelen insanlardaki yorgunluk ve beraberindeki uyku durumu da ortama yansımaya başladı. Saatler sonra saat 03.00 gibi biten konserin ardından sabah saatlerinde memlekete dönebildik.
Zorlu bir sürecin ardından biz rahmetli Ferdi’yi izlemeye gazinoya mı girdik yoksa gazine bize mi girdi anlamamız uzun sürdü.
Gençliğimizde rahmetli Müslümcüler gibi falan kendimizi jiletlemedik, çılgınca, davranmadık ama herkesin mest olduğu şarkılarıyla, mütevazi sanatçılığıyla bizler de sevdik Ferdi Baba’yı.
2 Ocak’ta kaybettiğimiz sanatçımızın cenazesinde ne yazık ki bazı nahoş olaylar yaşansa da, arkasından bazı laflar edilse de, şu kadar eşi, çoluk çocuğu varmış denilse de, 50-10 dairesi, bilmem ne kadar parası, varlığı olduğu söylense de onlar onun özel konularına girmektedir. Benim takdir ettiğim en önemli tarafı hem şarkıları ve sanatı, hem de bu sanatçı kimliğini siyasi ortama meze etmemesidir.
Bir sanatçıda olması gereken en önemli unsur da zaten kabiliyeti ve karakteri olmalıdır. Zira bir sanatçı gider arkasından ne söyleyeceğim ki diye düşünen, diğeri gittiğinde de neler söylemeliyim diye zorlanan insanlar olması önemlidir.
Bir sanatçının kıymeti ne yazık ki bizlerde öldükten sonra anlaşılıyor. Nice sanatçılar, güzel insanlar gelip geçiyor. İnsanlarda güzel duygularla izler bırakanlar yıllar yılı şad ile yâd ediliyor. Ama sesini, sanatını bir şeylere kurban edenler kısa sürede unutulup gidiyor. Aşık Veysel gibi, Mahsuni gibi, Zeki Müren, Barış Manço, Cem Karaca ve binlerce isim gibi mazimizde anılacak isimlerden birisi olarak hafızalarımızda yaşayacak Ferdi Tayfur. Rahmetler diliyoruz kendisine.