Bir taraftan seçim, bir taraftan geçim günler son hızda geçip gidiyor. Fark edemediğimiz zamanın bu akışı bizleri de yavaş yavaş yaşlandırıyor. Ama bu arada dostluğu, kardeşliği de unutup gidiyoruz.
Dostluk insanın en büyük huzur kaynaklarından biridir. İçinde hem sevgiyi, hem güveni, hem de vefayı barındırır. İnsanların en büyük derdi dostluğun değerini bilememesidir. Zaten bilenler de huzurlu bir yaşam sürerler.
Aslında insanların çok fazla dostu yoktur. Dünyada güveneceği üç-beş dostu olanlar şanslı insanlardır. Ama çoğumuz yanımızda olan ve dost görünen insanların gerçek anlamda dostumuz olmadığını bilemiyor, bilsek bile kabullenemiyoruz. Dostun kahrını gerçek dostlar haricinde kimse çekmez.
Doksanlı yılların sonuydu. Milenyumun hemen eşiğinde 99 yılında yaşanan krizde herkes gibi bizler de sıkıntıya girdik. Başka çare kalmayınca bankadan kredi çekmek son çare oldu. Düşünürken bir öğretmen dostuma gidip çekeceğim krediye kefil olmasını istedim. Kendisi de “Hay hay, tabii ki olurum” diye cevap verdi. Ne kadar kredi çekeceğimi, kaç ayda, nasıl ödeyeceğimi sormadı. Bu doğrultuda gidip banka müdürüne müracaatımı yaparak kredi talebinde bulundum. Kendisi evrakları hazırlayıp kefille birlikte ertesi gün gelmemi söyledi.
Sonraki günde hazırlığı tamamlayıp kefili arayarak bankaya gelmesini söyledim. Banka müdürünün odasında oturup personelin işlemleri yaparken çayımızı içiyorduk. Bu arada bankaya başka bir dostum (!) girdi. Bizi görünce o da çay ikramına eşlik etti.
Bu arada ben utana sıkıla kefil olmasını istediğim sevgili hocam yerine bu dostumun neden aklıma gelmediğini, neden ona gitmediğimi düşünerek hayıflanıyordum. Zira her gün olmasa, iki günde bir gelip çayını içer, ufak tefek dert yanar, bir iki kelimeyle teselli olup moral bulduktan sonra da giderdi.
Çaylar yudumlanmaya devam ederken banka personeli evrakları önümüze getirip imzalamamızı söyledi. Ben imzaladıktan sonra kefil arkadaşım imzalayacağı zaman, dostum olarak bildiğim, öyle gördüğüm diğer arkadaşım çıkıştı. Hani nikah kıyılırken son anda “durrr!” diye bağıran kişi gibi. “Ne yapıyorsun sen, niye imzalıyorsun bunları” diye sordu. Kefil olan kişi de, “biraz kredi lazımmış, kefil oluyorum” dedi.
Ben aradaki diyaloğa şaşırırken, sanırım bana niye söylemedin kefil oluver diye bu tepkiyi gösterdiğini düşünüyordum. Ama sonraki kelimeleri karşısında şaşırdım kaldı. “Yav kardeşim bu devirde sen niye kefil oluyorsun, bu işin ödenmemesi var, batağı var, niye böyle bir şey yaptın?” deyiverdi. Yaşadığım şaşkınlığın sonrasında başımdan kaynar sular döküldü. Ben bir şey demedim, diyemedim ama kefil olan dostum lafı yerleştirdi. “Valla sana kefil olmam ama Erdal’a sonuna kadar güvenirim” deyiverdi.
Krediyi aldık, Allaha şükür taksitlerini de aksatmadan gününde ödedik. Ancak borç bitene kadar her taksitte “gerçek dostum” olarak gördüğüm o dostumun (!) söyledikleri bankadaki veznenin önünde hep aklıma geldi, her seferinde kulaklarımı çınlattı.
Sonrasında yaşamını kaybedene kadar da yine yanımıza geldi, çayını içti, onunla birlikte moralini de depoladı gitti. O davranışı ve sözlerinden dolayı bir gün olsun kendisine söyleyecek tek bir söz bulamadım. Yine de her aklıma geldiğinde, her sözü geçtiğinde söyleyebildiğim tek söz “Allah rahmet eylesin” oldu.
Dostluk güzeldir, vefadır. Hayatın anlamıdır aynı zamanda, değeridir de... Ancak bizleri yaralayan dost görünen herkesin gerçek dostumuz olmayışıdır.