30 Ağustos Harbi, Mustafa Kemal'in hem askeri hem de diplomatik başarısını tescilleyen, Anadolu Türklüğü ve milletin (Anadolu Müslümanları) bağımsızlığını kurtaran en önemli olaydır.
Mustafa Kemal, Akşehir, Şuhut ve sonra da Kocatepe'de, Fevzi, İsmet ve Kazım paşalarla birlikte, gizli şekilde planlandığı bu harp, Türk ordusunun Yunan ordusuna süvari ve topçu üstünlüğü sayesinde kazanılmıştır. Mustafa Kemal, Nutuk'ta, '30 Ağustos, Türklük için bu dünyada en çetin bir imtihandı, bu imtihanı geçmeden, diplomasi yoluyla, yabancı devletlerden olumlu davranışlar beklenemezdi' demektedir. Yine, Nutuk'ta Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesi üzerine: 'Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle neticelendirilmiş olan bu harekât, Türk ordusunun, Türk subaylar ve kumanda heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tespit eden muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve bağımsızlık fikrinin ölümsüz abidesidir.
Bu eseri vücuda getiren bir milletin evladı, bir ordunun başkumandanı olduğumdan, ilelebet mesut ve bahtiyarım' demektedir (sadeleştirilmiştir). Dikkat edilirse, Mustafa Kemal'in ana fikri 'Türklük' vurgusudur. Gerçekten de 'Yunan ordusunu tamamen yok etme/ imha' üzerine planlanan bu harp, neticede Yunan ordusunun İzmir'den denize atılmasıyla son bulmuştur. Mustafa Kemal, bu savaşı, üç ana güç üzerine oturtmuştur: Birincisi, millet (Anadolu'nun İslam halkı), ikincisi TBMM ve üçüncüsü de Türk ordusudur. Kendi kişisel başarısını, zikretmez. Bana kalırsa, bu savaşın başarıyla sonuçlanmasında en büyük etken, Mustafa Kemal'in kişisel askeri ve diplomatik yeteneğidir. O, olmasaydı, Türklüğün, Anadolu'da kalıcı olmasını sağlayan bu savaşta başka birinin bu denli başarı sağlaması kanaatimce mümkün olmayacaktı. Dünya siyasetini ve 'dâhili cepheyi' hep birlikte üstten değerlendirebilen ve zamanlamayı doğru yapan başka bir devlet adamı yoktur. Batı cephesinde kazanılan askeri başarıların, Batılıların (özellikle İngilizlerin) hışmını çekmemek için, dünyaya basit bir şekilde aktarılması bile, Mustafa Kemal'in dünya siyasetini ve İtilaf devletlerinin yapabileceği karşı hamleleri iyi okuduğunun bir kanıtıdır. O, Osmanlı devlet adamlarının Avrupalılar karşısında takındıkları hastalıklı tavırları gayet iyi biliyor, kendine has özgüven ve bilgisiyle, bunların hamlelerini boşa çıkarabildi. Yunan ordusuna karşı savaşamaz dedikleri Türk ordusunu, mühimmat ve erzakı tamamlayarak, TBMM'de kendisine yapılan muhalefeti de bir şekilde üstünden gelerek, aktif hale getirdi. Mustafa kemal, 6 Mart 1922 Pazartesi günü, TBMM Gizli Oturumda, Başkumandanlık yetkisini Meclis'ten üçüncü kez almak için verdiği beyanatta, bu harbin esas noktalarını açıklamıştır: İtilaf devletlerinin, bu meseleyi Şark meselesi çerçevesinde gördüklerini ve halletmek için tavassuttan bahsettiklerini (konferans)belirterek: ' Avrupa'da şark meselesini sulhen halletmek hususunda dermeyan edilen mütalaalar bittabi bizce şayanı itimat ve istinat olamaz, Elhamdülillah bizim ordumuz dahi bu dakikada düşmanın her türlü harekâtına emniyet ve kuvvetle cevap verecek kuvvet ve kabiliyettedir' demiştir. Kısacası Türk ordusunun Yunan ordusuna karşı askeri üstünlüğünün farkındadır. Kendisi askeri tarihi çok iyi bilmektedir. Düşmanların Türkiye üzerindeki hırslarının çok ezeli olduğunu; Avrupa'daki kimi devletlerin eski Osmanlı toprakları üzerinde kurulduğunu; Türkiye böyle olmasa İngiltere'nin böylesine güçlü bir siyasete malik olamayacağını; düşmanların Türkiye'nin imha edilmesine yoğunlaştıklarını; Ecnebilerin nasihat ve planlarıyla Türkiye'nin yükselemeyeceğini; Türkiye ve Türk halkının maddeten ve ahlaken de sükût ettiğini; bunun kaynağının korku ve acizlik olduğunu; Türkiye mütefekkirlerinin kendi kendilerini tahkir ettiklerinden söz etmiştir. Ona göre bunlardan kurtulmanın yolu 'yeni bir iman'dır. Onun ifadesiyle: 'Milleti düştüğü girive-i felâketten kurtarabilmek için millete benliğini tanıtarak, haysiyetini tanıtarak hayat ve istiklâlini kurtarmak için uğraşmağa kabiliyetli olduğunu anlatmakta yeni bir maneviyetin inkişaf etmesi lâzım geliyordu… Bütün milletin bu uğurda en son nefesini ve en son kanını akıtarak azim ve sebat göstermek feraiz-i ayındadır'.
30 Ağustos Zaferinden yaklaşık bir yıl önce Batı Anadolu'daki durumla ilgili olarak gözlemlerini, İngiliz gazetesi Manchester Guardian'da yayımlayan İngiliz gazeteci Arnold J. Toynbee (1889-1975), bu yazılarını 'The Western Question in Greece and Turkey' başlığıyla 1922 yılında kitaplaştırmıştır. Onun yazılarından, İngiliz istihbaratının Mustafa Kemal'i henüz iyi tanıyamadığı anlaşılmaktadır. Mustafa Kemal, 'rüya peşimde koşan bir adam' olarak gösteriliyor (s. 178-179). Mustafa Kemal'in 'Türk milliyetçisi' olduğu, 'Anadolu'da Türkleri efendi yapmak' isteğinden söz ediyor. Onun, Yahudi ve İttihat Terakki Partisi üyesi olmadığını; Enver'in onu kıskandığını; Çanakkale'deki askeri başarısını; Enver'in onu kıskandığını; Anadolu'ya Müttefiklerin onayıyla gönderildiğini; geri çağrıldığını ama gelmediğini ifade ediyor: 'Bu nedenle, Mustafa Kemal Paşa ile ilgili olarak yalnızca Yahudi olmadığını söyleyebilirim. O, Ocak 1913 Darbesi'nden Ekim 1918 Mondros Müterakesi'ne kadar yarım düzine yıl boyunca, Osmanlı İmparatorluğunu ve İttihat ve Terakki Partisini kontrol eden siyasetçi grubunun bir üyesi değildir. Onun para kazandığından şüphelenmiyorum. Mevcut konumu dışında başka bir kişisel kazancı yok. Anladığım kadarıyla, o, Rumelili Müslüman bir ailenin çocuğu. Profesyonel bir asker. Türkiye'de akıllı subayların parlak bir geleceği olduğu bir zamanda, mesleğine sadık kalarak, kendi kendini öner çıkardı, aynen Yunanistan'da Stargiadis gibi akıllı hukukçuların parlak bir geleceğe sahip oldukları gibi. Bir keresinde Çanakkale Harplerinde, komutayı alman amirinden alarak, kritik bir durumu kurtardığı söylenir. Her halükarda, Harbiye nazırı Enver, yetkilerini kullanarak, kıskançlık göstererek, kendi çöküşüne kadar, Mustafa Kemal'i geri planda tuttu. Sonuç, Enver Paşa'nın amaçladığının tam tersi oldu. Çünkü Enver, Talat ve Cemal paşalar ülkeden kaçtığında, Mustafa Kemal, popüler bir isim, Ulusal Felaket'in sorumluları tarafından takibata uğratılmış, iyi sicile sahip bir asker olarak, ortaya çıktı. Sırf Enver Paşa'nın kişisel rakibi olarak bilindiği için, İtilaf devletlerinin İstanbul'daki hükümeti, onu, 1919 yazı başlarında, Yunan ordusunun İzmir'e çıkarılmasından birkaç hafta sonra, (Müttefik askeri yetkililerinin onayı ile), Osmanlı kuvvetlerinin genel müfettişi olarak, Anadolu'da serbest bıraktı. Anadolu'ya çıktığında, eski bir bilmeceye yeni bir cevap vermeyi, vatandaşlarına, öğretti. Bu bilmece şudur: Türk nerede kendi kendisinin efendisidir? Geleneksel cevap: Cehennem'de. Bunu gerçekleştirecek kişi, hayatını Osmanlı İmparatorluğunun 'egemen bağımsız devletin!' başkenti İstanbul'da, kapitülasyonları uygulamakla geçirmiş olan İstanbul'daki yabancı bir elçiliğin Baştercümanı olmalı. İleri gelen Osmanlı yetkilileri, Müttefik Yüksek Komiserlerinin öfkesi üzerine, bu cüretkâr isyancıyı geri çağırdı, aşağıladı ve kınadı ama bunların hiçbiri işe yaramadı. O, kişisel gösteriyle kanıtladı ki, bir Türk, daha iyi bir dünya beklemeden, Anadolu'da kendi kendisinin efendisi olabilir. Onun ilham vermesiyle, Ulusal Hareket canlandı. Mustafa Kemal Paşa'nın adı Sayın Stergiadis'inkinden çok daha iyi bilinmesine rağmen, Anadolu'daki Türk idaresi karakterini, Yunan yönetiminin İzmir'deki mevkidaşı ile aynı ölçüde, Ankara'daki diktatörden almamıştır. Büyük Britanya'da hem hükümetin hem de basının kullanmaktan memnuniyet duyduğu 'Kemalist' lakabından daha tehlikeli yanıltıcı bir şey olamaz. Mustafa Kemal Paşa'yı şahsen tanımamış olsam da onun bir 'Kemalist' olmadığını söyleyebilirim. O bir Türk Milliyetçisidir ve 1921'de onun dışında sadece yarım düzine Türk'le tanıştım veya adını duydum. Türk milletinin Yunan işgalinin etkisi altında toplandığı öğretiler, ilk kez Mustafa Kemal Paşa tarafından, genel müfettiş olarak Anadolu'yu bir aşağı bir yukarı dolaşırken açıkça vaz edildi. Bunlar, 1919 yazında Erzurum ve Sivas'ta ileri gelenlerin katıldığı iki kongre tarafından bir program halinde formüle edildi. İngiliz hükümeti Mustafa Kemal ve Ankara'dan bıktı'. Görüldüğü gibi, daha sonra İngiliz istihbaratı için çalışacak olan Arnold J. Toynbee (1889-1975), Mustafa Kemal'in 'Türklük' vurgusunun farkındadır. 30 ağustos Zaferiyle, Anadolu'daki Hellenizm rüyası (Anadolu'nun Yunan toprağı olduğu ve Türklerin Küçük Asya'dan atılması gerektiği fikri) büyük ölçüde zarar görmüş ve Anadolu Türkler için zamanımıza değin sağlam bir Türk vatanı olarak kalmıştır.