Çoktandır olmuyor ama geçen yıllarda bir çok evlenme programı izledik. Sunucunun buluşturduğu evlenme adayları fikirlerini beyan ederlerken “ELEKTRİK ALAMADIM” diyerek evlenmeyi kabul etmiyorlardı. O zaman elektrik alamayanlar, şimdilerde olsa asla alamayacaklar. Zira habire elektriğe ZAM geliyor. Ekonomiden sorumlu olanlar yeni programlar yaparak halkı aydınlığa çıkarmak istiyorlar. Oysa gelen zamlar ile bunun pek mümkün olmadığı aşikar bir şekilde görülmektedirler.
Şimdi kızmak hakkımızdır sanıyorum. Be EDİSON bu günler için mi icat ettin bu elektriği. Sen bunu bulmadan da yaşam vardı. Biraz zor olsa da geçinip gidiyordu insanlar.
Ben zam yaparak hükümeti idare edebilme sistemine karşıyım. Böyle bir şekilde idare etmek yüksek okulları bitirmeyi gerektirmiyor. Biraz hesap, kitap bilirsen yaparsın zammı, eline geçenle de idare edersin ülkeyi. Basit düşünceyle durum bu!..
Halbuki ülkede iyi bir yönetici iseniz öncelikle ÜRETİMİ çoğaltacak tedbirler almalısınız. Topyekün kalkınma hamleleri yapmak, her kesimi üretim yapmaya teşvik etmek gerekirdi. Bunu yapabiliyorsak zam yapmaya da gerek duymayabiliriz.
Bu günden itibaren ELEKTRİĞİ daha dikkatli ve ekonomik kullanmaya, asla israf etmemeye özen göstermeliyiz. Kullandığımız elektrikli aletleri mümkün olduğu kadar daha az kullanmalıyız. Ülkemiz rüzgar ve güneş enerjisinden öylesine zengin ki, ondan sonuna kadar yararlanmalıyız. Kurulacak rüzgar ve güneş enerjisi panellerinin sayısını çoğaltarak elektrik sarfiyatını minimuma indirmeliyiz.
Elektriğe ve diğer akaryakıtlara yapılan zamlar direkt olarak tüm ürünlere yansıyor. Bu şartlarda hemen hemen her şeye ucundan kıyısından zam yapılıyor. Fiyatlar mutlaka yükseliyor. Tabi bu arada ücretlerde de gerekli artış yapılamadığından işçi-memur, çalışanlar ve emekliler bir anda boşlukta kalıveriyorlar. Adeta tüyleri yolunmuş kaz gibi oluveriyorlar. Bana kalırsa zam yapmadan, işleri çözüme kavuşturacak yöneticiler gerekli. Bir de onların doğru yapacağına, dürüst olduklarına inanmak gerekli.
Yurdumuzun dört bir yanı beşik gibi sallanıyor. Deprem gece gündüz demeden ülkemiz topraklarını ve üzerinde yaşayan insanları tedirgin ediyor. Deprem DEDE Ahmet Mete IŞIKARA’nın dediği gibi “depremle yaşamaya alışmalısınız” sözleri şimdilerde hep aklımızda. Alışabilir miyiz bilemiyorum. Ama 1999'da yaşadığımız GÖLCÜK depremi sonrasında pek fazla bir şey yapamadığımız söyleniyor. Şimdi olanları olmayanları deşip çıkarmak yarar getirmez. Bu günden itibaren konunun üzerine yoğunlaşıp kalıcı ve radikal çözümler bulup en kısa zamanda hayata geçirmeliyiz. Neler yapılmalı konusu belki bizi aşar. Konunun uzmanlarını bir araya getirip çözümler üzerinde ortak çalışmalar yaparak insanları ferahlatmalıyız.
Beşik gibi sallanmak bir yana bir de deprem uzmanlarının çelişkili ifadeleriyle sallanıyoruz. Şimdi de yeni bir literatür çıktı.. AFAD’a göre KANDİLLİ’YE göre diye. Ama ikisi arasında belirgin fark oluyor ve bizim kafamızda da yine bir yığın sorular. Acaba hangisi doğru, acaba hangisine inanalım. Burada bile tek bir sonuç verilemiyor.
Şimdi yapılması gereken, yine devletin önderliğinde kurulacak bir ekip ile doğru ve kalıcı önlemler planlanmalı ve ilgili kuruluşlar öncülüğünde hayata geçirilmeli. Depremden korkma çürük binalardan kork denildiği gibi. Ülkemizdeki konutlar hiçbir endişeye mahal vermeyecek şekilde elden geçirilmeli ve hatır-gönül dinlemeden yenilenmeli. Bu işlemlerin başında elbette okullar ve hastaneler başta gelmeli, en güvenli alanlar olarak oralar belirlenmeli.
Deprem sonrası faydalanılacak toplanma alanları baştan başa yenilenmeli ve gerekli malzemeler oralara depo edilerek fazla kayıp vermeden atlatılmaya çalışılmalıdır.
Depremler için toplanan paralar sadece bu konuda harcanmalı ve DASK’ta biriken paralar ise rezerv olarak elde tutulmalıdır.
DEPREM anı vatandaşlara öğretilmeli, konu ile ilgili olarak görevlendirilecek personel de gereği gibi eğitilmelidir. Bu durum sonrasında yapılacak çalışmalar bir plan dahilinde olmalı ve asla SİYASİ düşünüşlere kurban edilmemelidir. Allah muhafaza yaşanılacak kayıplarda kişinin partisinin hiç önemi olmayacaktır. O nedenle bunları bir kenara bırakıp parti farkı gözetmeksizin her yere, her ile adil bir şekilde el atılıp önlemler eşit şekilde alınmalıdır.
Son İstanbul depreminde yaşanan telekominikasyon faciası da en kısa sürede alınacak önlemler ile bir daha yaşanmayacak şekilde çözüme kavuşturulmalıdır. Uzay çağında böyle sorunlarla karşılaşmak, elektriksiz kalmak, haberleşme yapamamak, insanlarda en az deprem yaşamış kadar üzüntüye sebep oluyor. İlgililer, yetkililer bu konuları ivedilikle ele alıp, bir daha yaşanmaması için gereken önlemleri almalıdırlar.
Güzel ülkemizin güzel insanlarının, güzellikler içinde hayatlarını sürdürebilmeleri için, en başta yetkililer ve tüm yurttaşlar el ele vermeli ve hiçbir fedakarlıktan çekinmemelidirler. Sonra gözyaşlarımız sel olup akmasın.. Emi..