Ağustos ayındayız. Ağustos sıcağı yakıp kavuruyor her yeri. Diğer taraftan, birkaç dakika yağan yağmur sularının oluşturduğu seller ise yıkıp yoğuruyor çevreyi. Bunların nedenlerinin doğaya verdiğimiz tahribat ve yanlış şehirleşmeyle alt yapı sorunlarının yapılamamış olmasından kaynaklı olduğunu bilmeyen yoktur.
Ben bu yazımda; ülkemizi, insanlarımızı yakıp kavuran başka konulara değineceğim. Bunlardan kuşkusuz en önemlisi, ülkemizde yaşanan kadın cinayetleridir. Anlaşılıyor ki bu olaylar ilk değil son da olmayacaktır. Müebbet hapis değil idam cezası da verilse son bulmayacaktır. En eski Türk devletlerinde de bulunan, erkek çocuğu olanları ak çadıra, kız çocuğu olanları da kara çadıra koyan erkek egemenliği anlayışından ne beklenebilir ki zaten. Eskiden, aileler aynı evde yaşarlardı. Kayın peder ve kayın validenin, oğullarına gelinlerini zevk için dövdürüldüğüne şahit olan bir kişiyim. Neymiş efendim “Erkek adamın erkek çocuğu olurmuş”. Nedir erkeklik? Eşlerin, anaların, bacıların göz yaşı dökmesinden zevk almak mıdır? At, avrat, silah diyerek düğün evlerini cenaze yerine döndürmek midir? Çocuk yaştaki kızları eş edinmek, eşinin üstüne kuma getirmek midir? Garibin eline vurarak lokmasına göz koymak mıdır, nedir erkeklik? Halbuki; önce insan, sonra adam olmak değil midir erkeklik?
Hayır, hayır. Kur’an-ı Kerim’de sözü edilen, “kalpleri mühürlenmiş, iki ayaklı şeytanlar” değil midir bunlar? Ormanlarımızı cayır cayır yakan, varlıkları bilinen mafyalara ve onların tetikçilerine ne demeli? Dere kenarlarına kaçak bina yapanlara göz yuman ilgilileri ne yapmalı? Piyasada, yüzde yüz elli, ikiyüz zam yapanlara ve onları denetlemekle görevli olanlara ne demeli?
Söylenecek o kadar söz var ki… Yazsak da zaten okuyan yok, dikkate alan yok. Kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz. Ama vazgeçmek yok. Meydana gelen olaylara karşı, bana göre; halkımızın yüzde 70-80’i duyarsız, ilgisiz. Bu yüzden değil midir ki zaten, böyle iğrenç olaylar azalacağı yerde çoğalıyor? Acımasızca katledilen annelerin, bacıların, çocukların çığlıkları havada mı kalacak, ormanların yakılmasıyla ülkemizin çölleşmesine seyirci mi kalınacak, altın madeni çıkarılacak diye sularımızın, havamızın, topraklarımızın zehirlenmesine göz mü yumacağız, hergün gelen şehit haberleriyle yıkılan şehit ailelerinin feryatlarına duyarsız mı kalacağız? Depremlerin, sel felaketlerinin yıkıp yoğurduğu insanlara ne diyeceğiz? Maganda kurşunlarına, trafik terörüne, yol vermedin, selam vermedin, yan baktın demelere nasıl çare bulacağız, önlem alacağız?
Önce “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığını terk etmeliyiz. Isıracak kimse bulamadığında o yılanın bizi de zehirleyeceğini aklımızdan çıkarmayalım. Cennet vatanımızı çöle çevirtmeyelim. Çocuklarımızın geleceğinin karartılmasına izin vermeyelim. Yaşanan her kötü olayda; bizim de sorumluluğumuzun olduğunu, vebal altında kalacağımızı unutmayalım. Ağustos sıcağından korkmayalım. Ondan; binlerce kat “yakarcalardan” korkalım.
Necati ERTUĞRUL