Okulların açıldığı şu günlerde öğrenciler gayet sevinçli ve mutlu. Onların en doğal hakkıdır sevinmek. Ancak onlar sevinirken anne babalar, veliler onlar kadar memnun değil. Onların kaygıları gelecek için. Onların kaygıları ülkemizin eğitim-öğretimdeki yanlış müfredatları için.
Diğer taraftan öğretmenler de bu gidişattan memnun olmasalar da artık koyvermişler ipin ucunu. “Ne olursa, nereye giderse gitsin benim elimde olan birşey değil. Memleketi ben mi kurtaracam!” modundalar. Aslında haksız da değiller. Çünkü bakanlık müfredatı hazırlıyor, onlar bu müfredata göre hareket ediyorlar.
Eğitim sistemimizin, Milli Eğitim müfredatının çok başarılı olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım. Bir takım çevrelere göre övüne övüne bitiremedikleri yeni müfredat alelacele hazırlanmış, insan yetiştirmekten çok sanki diploma mantığına hizmet ediyor gibi görülüyor. Bu konuya özellikle sendikal eğitim çevrelere yüksek sesle tepkilerini gösterse de, ortak bir komisyonla iyi bireyler yetiştirecek bir Milli Eğitim sisteminin hazırlanıp uygulanmasını isteseler de gören yok, duyan yok, anlayan yok!..
İşin gerçeği bu işi kökten değiştirmek, hatta ve hatta en çağdaş, en yararlı sistemi bularak uygulamak zorundayız. Geçen yazılarımda belirttiğim gibi bu günün üniversite mezunuyla 30 yıl öncelerinin lise mezununun bilgi ve becerisini kıyaslarsanız ne demek istediğimi anlayabilirsiniz.
Eğitim sistemimiz çok iyi değil. Hem de gitgide daha kötüye gidiyor. Bunun en önemli faktörü de maalesef KÖY OKULLARININ KAPANMASI, TAŞIMALI SİSTEME GEÇİLMESİ’dir. Bunu açık açık iddia ediyorum.
Köy okulları kapandıktan sonra her şey tersine tersine gitti. Ne öğrencide okuma isteği, ne öğretmende ders verme hevesi kaldı. Tabii ki bu son cümleyi öğretmenliği onurlu olarak yapmaya çalışanlar adına yazdım. Zira bazıları (!) da köylere gitmekten, orada yaşamaktan, yol yordam derdinden kurtuldukları için bu sistemi savunacaklardır.
Bir köyde görev yapan öğretmen oraya eğitimi, kültürü, medeniyeti ve saygınlığı götürmekteydi. Bir derdi olan, bir çıkmazı olan öğretmene danışırdı. Okula gitmeyen kız çocukları için öğretmenler iknacı olurlardı. Köydeki öğretmen oradaki düğünlerde de, ölümlerde de, kavga ve anlaşmazlıklarda da bulunur; orada çok saygın bir arabulucu olarak çok önemli rol oynarlardı. Köydeki okul, medeniyetin simgesiydi. Ne yazık ki taşımalı eğitimle köydeki herşey bitti, hayat bitti. Köylerden kentlere başlayan göç aynı zamanda tarım ve hayvancılığa büyük bir DARBE vurdu. Kentlerdeki yaşamı, dengeyi bozdu. Oysa “KALKINMA KÖYDEN BAŞLAR” dı. Oysa “KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİ” idi.
Üzücü bir durum. Olumsuz bir sonu...
Gelin yanlıştan geri dönelim. Bu ülke gerçek dış güçlerin emriyle Köy Enstitülerini kapatmakla en büyük hatayı yapmış, ülkeyi boyunduruk altına almak isteyen kapitalist ülkelerin ekmeğine yağ sürmüştü. Sonrasında uygulamaya koyduğumuz “Taşımalı Eğitim” de başarılı, iyi eğitimli fertlerin yetişmesine engel oldu, köyden uykusuz, isteksiz, zorla şehre gelen çocuklar buralardaki tabiri caizse zengin çocukları karşısında eziklik yaşayarak umutsuzluğa kapılmaktadır.
Gelin bu yanlıştan dönelim. Köylerdeki okulları yeniden açalım, köyler eskileri gibi cıvıl cıvıl olsun. Olsun ki ülkemizde gelişme, muasır medeniyet seviyelerine ulaşmak için büyük adımlar atılsın. En büyük dileğimiz budur.
Öte yandan ise ÖĞRETMENLİK KUTSAL BİR MESLEKTİR. Bir dinin peygamberi bunu dedikten sonra üstüne bir şey söylemek, halt etmek olur. Şöyle düşünün, öğretmen olarak bir insan yetiştiriyorsunuz; bilim adamı oluyor, profesör oluyor, doktor oluyor, veteriner oluyor, bilgisayar, makina, inşaat mühendisi, siyasetçi hatta cumhurbaşkanı oluyor. Başkası başka bir insan yetiştiriyor; üç kağıtçı, beleşçi, haylaz, hırsız, devleti, milleti dolandıran birisi hatta psikopat bir kat*l olabiliyor. Bu ikisi arasındaki farkı her anne baba çok iyi kıyaslayabilir. İşte bu aradaki fark ise ülkemizin hakka, hukuka, adalete, insan haklarına, dinine uygun hareket eden bireylerin yetişmesi ve çoğalması için en önemli bir faktördür.
Şunu tekrar ve vurgulayarak açıkça belirtmek isterim ki; hiçbir öğretmen kötü insanlar yetiştirmek istemez. Ancak öğrenciye emek vermezseniz, ilgi göstermezseniz maalesef buna sebep olan da siz olacaksınızdır. Onun için hepimizin kutsal saydığı bu görevi kutsiyetine uygun olarak yapmak başlıca en vicdani göreviniz olmalıdır.
Eğitim, öğretim yılının herkese hayırlı olması dileğimle!...
DÜN 12 EYLÜL’DÜ
Dün 12 Eylül’dü, takvimler 12 Eylül’ü gösteriyordu. Bu tarih bir çok insanın daha doğrusu 12 Eylül 1980 yıllarında gençliğini yaşamaya çalışanlarının sindirildiği, tırpanlandığı, eziyet ve işkence gördüğü bir tarihti.
Aslında yazılacak, çizilecek o kadar çok ayrıntı var ki inanın kitaplar yazılır. Zaten bir çok açı ve kesim de bu darbe günlerinin filmini de yaptı. Ama içimden gelmedi. O tarihlere giderek o günleri tekrar yaşamak gibi bir şey. Ama elbette daha sonra yazacak çok malzememiz var heybemizde!...