"En çok dükkanıma ilk taşı atan Fırıncı Yusuf ağırıma gitti. Komşuyduk, sabahları tavla oynardık”...
Bana göre güzel bir paylaşımdı doğrusu. Bir dostumuzun kısa paylaşımının sadece giriş kısmını görünce ilgimi çekti. Bir anda eskilere günlere gittim. Bir taraftan 1923'lerde okuduğumuz Kurtuluş Savaşı günlerine, bir taraftan 1974'de yaşadığımızı Kıbrıs çıkartması karartmalarına!...
İnsanın yaşamında bazı kırılma noktaları olur. Bu yazıdaki asıl dikkat çeken unsur da sanırım bu yöndeydi. 1955'lerde yaşanan olayları anlatan yazının girişi aynen şöyleydi :
Ülkemiz 65 yıl önce bu günlerde bir akıl tutulması yaşadı. Bir provokasyon haberle galeyana gelenler, gayrimüslüm vatandaşların evlerine, işyerlerine saldırdılar, yaralananlar, ölenler oldu.
Sonuç: Örfi İdare (SIKIYÖNETİM).
Kıbrıs meselesi için Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında düzenlenen Londra Konferansı sırasında, 6 Eylül’de Atatürk’ün doğduğu Selanik’teki evinin bombalandığı haberi Türkiye’yi sarstı.
Haberin İzmir’de duyulması, akşamları baskısı çıkan Gece Postası Gazetesi’nin “Türk Konsolosluğunu bombalayan Rum Palikaryalarının bayrağı Konak meydanında dalgalanamaz” manşetiyle oldu. Ege Ekspres Gazetesi de Fuar nedeniyle Konak'ta bulunan Yunan bayrağının parçalanmasını, Fuar’daki Yunan Pavyonu'nun ateşe verilmesini, Kordon'daki Yunan Konsolosluğu’nun yakılmasını ballandırarak yazıyordu.
Bir anda “Ege Ekspres yazıyor! Atamızın evini bombaladıklarını yazıyor” diyerek bedava gazete dağıtmaya başladılar :
- “Palikaryalara ölüm! Rumlara ölüm!”...
Yunan Pavyonu’nun camları parçalandı. Ellerindeki meşaleleri içeri attılar, pavyonu alevler sardı! İngiliz Pavyon yandaydı, onu da yaktılar! Onun yanında da Amerikan pavyonu vardı. Onu da yaktılar. Yangınları görmeye gelenler arttıkça arttı! Fuar’dan çıkanlardan bir grup Montrö Kapısı’na yöneldi. Buradan çıkanlar Havra Sokağından geçip Kemeraltı’na vardılar. Rumlara, Yahudilere ait ne kadar kuyumcu dükkânı, iş yeri varsa yağmaladılar, içerde ne varsa sokağa attılar! Sokaklar parçalanmış eşyalarla doldu. Alsancak'ta da kimlik kontrolü yapan bir grup, kimliğini göstermeyenleri dövüyor, ev ve işyerlerini yakıyordu. Vali Kemal Hadımlı (!) saldırıları sadece izlemekle yetiniyordu. Yangınlara müdahale eden itfaiyeyi bizzat engelleyince galeyana gelen halk valiyi omuzlara kaldırıp “Çok yaşa baba” tezahüratları ile coşkunun doruklarına varıyorlardı. Sonuçta Türkiye kaybetti, farklı kültürel kimliklere bakış açımızda aradan geçen yıllar boyu pek bir mesafe alamadığımızı yakın tarihteki acı olaylardan ve bugünden 6-7 Eylül 1955’e bakarken fark edebiliyoruz.
Moris Taviki ismiyle yayınlanan yazıda geçen bu olayları, dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in bilerek alevlendirdiği iddiaları oldukça kuvvetli. Ben şahsen şaşırmadım. Zira buna benzer bir çok olayda kendisinin ismini duymuştum.
Bu olaylar dikkatimi çekti demiştim. Geçmişi araştırdığımda henüz çok yakında izlediğimiz dizilerde yer alan manzaralar gözümün önüne geldi. Elbette Kıbrıs’taki soydaşlarımıza yapılanlar da hafızalarımızda kazılı duruyor. Ama en önemlisi de çok değerli sanatçıların, halk ozanlarının katledildiği “Sivas Olayları” da; Yakılan Madımak Otel’de yanarak ölen insanlar da aklıma geldi. Yani 50 yıl önceki yobaz aynı yobaz, 50 yıl önceki zihniyet aynı zihniyet. Değişen sadece nesil, sadece tarihteki rakamlar. Kaybedilen ise hep insanlık!...