Zaman geçtikçe, teknoloji ilerledikçe yaşam kolaylaşıyor. İlk çağ, orta çağ falan derken şimdi “milenyum” adı altında şafşatalı bir çağın içine giriverdik.
Öyle ya!... Bilgisayarlar, cep telefonları, uzaktan kumandalı yaşam sistemleri, programlanabilir otomobiller, eşyalar, makinalar. Elbette bunların kolaylıkları olacak ve insanoğlu bunların nimetlerinden yararlanacak.
Şimdilerde ise enerji konularında önemli araştırmalar ve önemli gelişmeler yaşanıyor. Petrole bağımlı kalmadan yeni ve alternatif enerji kaynaklarının arayışı içindeyiz. Bu konuda da karşımıza çıkan yegane güç yine doğa! Geçmişte insanların akarsulardan yararlanmak için yaptıkları değirmenler, akabinde aynı sistemler elektrik üretmeye başlamalarıyla şimdilerin barajların, yani hidroelektrik santrallarının temelleri atılmış. Dereler ve akarsular suyunu çekmeye başlayınca da nükleer santraller, atom santralleri devreye girmiş.
Onun da sonunda yine doğaya dönüş başlamış. Bu tür santrallerde kullanılan radyoaktif maddeler, meydana gelen kazalar sonucu çevreye radyasyon yaymaya ve insanları içten içe zehirleyerek öldürmeye başlamış.
İşin gerçeği gelişmiş dünya ülkeleri bu sistemden de vazgeçmeye başladı. Zira Çernobil faciası insanları bu konuda yeni yeni araştırmalar yapmaya yönlendirmiş. Bizlerde her ne kadar nükleer santral ısrarı (!) olsa da!...
Şimdilerin favorisi ise bir ara rüzgar enerjisi olsa da son noktada güneş enerjisi en revaçtaki yenilenebilir enerji sistemi olarak görünüyor.
Evet, ülkemiz yılın uzun bir kısmını güneşli geçiriyor. Bu ise bizim için çok önemli bir avantaj. Çok daha kısa süre güneş gören ülkelerde bile bu konularda çok önemli araştırmalar, yatırımlar yapılıyor. Yani geleceğin vazgeçilmez en önemli enerji kaynağı büyük bir ihtimalle güneş olacak.
Buraya kadar güzel.
Yani dünya kadar uğraşıp, devasa beton yapılarla barajlar kur, ardından akarsular azalsın, dereler kurusun; fiyasko!... Ya da ara-bul, yüz metrelerce kaz, sondaj yap, boru döşe, binbir emekle petrol çıkar; petrol bitsin... Ama yaşam olduğu sürece güneş hep var, hep olacak. Zaten güneşin olmadığı zaman hayat susmuş, dünya bitmiş demektir.
Ama asıl mesele şu! Elektrik tek şalterle kontrol edilebilen bir enerji. Bu da demektir ki, elektrik şalterinin başında olan güç her şeyi yapabilir.
Bütün cihazların, fabrikaların, araçların elektriğe yönlendirilmeye, çevrilmeye çalışılan bir devirdeyiz. Hızla ve büyük çabalarla, yırtınmayla, teşviklerle araçların bile elektrikli motorlarla donatılması ilk bakışta çok hoş gibi görünüyor. Çevre kirliliği olmayacak, gürültü-patırtı kesilecek, tertemiz bir sistem...
Elbette güzel!...
Ama bir gün güç sahibi birileri şalteri indirirse?...
Petrol zenginlerinin yaptığı gibi, elektrik benim değil mi, kapatıyorum, vermeyeceğim dediğinde neler olur, düşünebiliyor musunuz?
Bir kere hayat durur!.. Yaşam felç olur!..
İnsanlar yaşayamaz duruma düşer!..
Okullarda, hastanelerde, yemek yapılan yerlerde elektriğin olmadığı ya da kullanılamadığı yerlerde hayat biter.
Olur mu?... Olur...
Öyle bir dönem geldiğinde evinde odunu, mumu olan, altında bisikleti olan şanslı. Son model elektrikli otomobilin olmuş, evinde son sistem elektrikli, uzaktan kumandalı uzay tarzı evin olmuş, elektriğe zorunlu olan devasa fabrikan olmuş; elektriğe sahip olamazsan ne fayda!...
Bazı kesimlerim komplo teorisine göre dünya bilerek elektrik enerjisine yönlendiriliyor. Yakın gelecekte de tek şalterle her şeyi yönetecekler.
Dünyanın geleceği bilinmezlerle kaplanmış durumda. Zaten bildiğiniz üzere; “Bizler kuklayız, dünyayı üç-beş (7) zengin yönetiyor, her şeyin hakimi onlar. Piyasayı onlar yönlendiriyor, Sınırları onlar çiziyor, savaşları onlar yönetiyor, yaşamı onlar şekillendiriyor, kısacası dünyayı onlar yönetiyor” denilmiyor mu?...