Yaşlanıyorum galiba. Kaç günlerdir aklıma takılıyor. Bu hafta yazayım, yok haftaya yazarım derken güncel konuların çokluğundan bir türlü denk getiremediğim konuyu bu hafta sizlerle paylaşmak istedim. Hepimizin başından geçmiştir ve bu satırları okuduğunuzda mutlaka anımsayacaksınız. Aklımın erdiği günlere dönüyorum. 5 ya da 6'lı yaşlardayım. Mahallemiz çok kalabalık değil. Zaten Banaz’ın nüfusu da 2000 civarı. Evlerde birbirine pek fazla yakın değil. Akranlarımızla sabah akşam oyun oynuyoruz, ailemizin müsaade ettiği süre kadar. İzin bitince eve geldiğimizde bağırış çağırış gırla gidiyor. Tehditler havalarda savruluyor. Üstümüz başımız per perişan. Tabii ki anneler her zaman haklı. Kıçımıza kıçımıza terlik atıştırmasından sonra beni, “seni Topal Arif’e vereyim de kurtulayım bari” deyince işte o en büyük tehdit bize her şeyden bir fazla KORKU yaşatmaktaydı..
Bizim çağın insanları Topal ARİF’i bilirler.
Bir ayağı kesik ve o ayağının devamını bir ağaç vasıtasıyla diğer ayağının boyuna eşitlemek için tahta ayak durumuna getirmiş böylece yürümeyi kolaylaştırmış. Sırtında heybesi, elinde merkebinin yuları mahalle mahalle dolaşarak yardım toplayan, kimi evlerden ekmek yiyecek, kimi evlerden maddi yardım toplayan bir muhterem zat. Ama bize saldığı korku arş-ı aleme ulaşıyor. Genellikle cuma günleri dolaştığı için sair günler bize yapılan tehditler pek hedefini bulmasa da cuma günleri içimize bir sızı düşüyor..
Bir keresinde nasıl bir suç işlediysem annem beni kucağına alıp Topal Arif Amca’nın merkebindeki heybenin gözüne bindiriverdi. Attığım çığlıklar mahalleliyi ayağa kaldırmış, sanki büyük bir olay varmış gibi etrafa doluşmuşlardı. Ancak etrafında hiç çocuk görünmüyordu. Onlar pencerelerdeki perdenin arkasından olayı izlemeye çalışıyorlarmış. Ben ise hala feryat figan annemden özür dileyip, “vallahi bir daha yapmayacağım” diye bağırarak kurtulmayı bekliyorum. Kalbimin nasıl hızlı hızlı attığını hatta dışarıdan bile duyulduğunu hissediyorum. Yaşadığım bu travma sonrası bir kabahat işleyeceğim an aklıma geliveriyor ve geriye adım atıyordum. Ha keza bir suç işlediğimde ilk duyacağım ses “TOPAL ARİF’e veririm bak!” oluyor.
Korku bununla bitmiyordu. Yine bilenler mutlaka olacaktır. Deli VASFİ diye isimlendirdiğimiz ama geçmişi hakkında fazlaca bilgimiz olmayan bir insanımız daha vardı. Banaz köyünde yaşadığını sanıyorum. Ama o, evsiz barksız, yazları yırtık pırtık bir mintan, kışları ise kalın yeşil bir askeri palto ile dolaşan, genelde sarhoş gezen birisiydi. O günler bilmiyorum ne gibi içki içiyor ama en fazla ispirto içtiğini bildiğimiz bu insan da bizlerin korku odaklarından biriydi. Seceresini hala merak ettiğim VASFİ içtikçe içer, zaman zaman da sızıp kalırdı. Çevremiz bu insanı tanıdığı için müdahale etmezlerdi. Ama bizler için uzaktan bile gördüğümüzde korku veren bir kişi olarak kaldı. İçmediği anlarda tüm insanlarla konuşurdu. Gayet düzgün bir ifade şekli vardı. Kibar sevecen biri gibi davranırdı. Ama içtiği anda savurduğu naralardan bir şeyler anlaşılmazdı. O da bu dünyaya geldi geçti.
Çocukluk yıllarımızın en tanınan siması ise APDİL oldu. Bizlerden yaşça birkaç yaş büyük ama çocukluğunda yaşadığı bir olay sonrası konuşma yetisini kaybetmiş olması nedeniyle sadece gözlerle anlaşılabilen bir insandır. Babası Gazozcu Kamil onu gazoz imalâthanesinde çalıştırır, sonra sokaklara salardı. İlk yıllarımızda yani onu tanımaya başladığımız günlerde içimize korku salardı. Attığı anlamsız naralardan zamanla bazı insanlar çekinir yollarını bile değiştirirdi. Başındaki kasket onun sembolüydü. Tren saatlerini hiç aksatmaz ve tren gelmeden önce raylar üzerine ya bir gazoz kapağı ya bir taş koymayı ihmal etmezdi. Tren gelip tekerleri altında onları ezdikçe havalara fırlayıp sevinç gösterilerinde bulunurdu. Bunun ne anlama geldiğini bilmedik yıllar yılı. Trenciler ilk zaman Apdil’in uzak durmasına çalışsalar da yıllar geçtikçe onu serbest bırakıvermişlerdi. Banaz’ın sembol isimlerinden olan bu kişi çiğ sebze ve meyve yerdi. Rahmetli Hasan Yavaş’ın manav dükkanı Apdil için en uygun yer idi. Zira Hasan amca ezilen bozulan sebze ve meyveleri bir kasada biriktirir kenara koyardı. Ve Apdil onları hiç çekinmeden tiksinmeden yerdi. Son günlerde pek fazla göze batmayan bu insan da bizim için unutulmazlar arasında hafızalarımızda yerini almıştır.
Sadece bizde değil, gezdiğim gördüğüm yerleşim yerlerinde, mahallelerde, köylerde bu tür insanlara rastlamak çok mümkün. Bizde yani Banazımızda da Kamalı, Reis Ali ve benzeri birkaç insanımız vardı. Bunlar yaşamın azizliklerine uğramış feleğin tokadını yemiş mazlum insanlardı. Her nasılsa yaşadıkları aksilikler onları bu tarz bir yaşama sürüklemiş ve onlarda bizlerin arasında ömürlerini tamamlamışlar.
Mesela GAMALI’yı Banaz’da yaşayan herkes tanır bilir. Bizler onu bu isimle tanımıştık. Birgün bunun gerçek ismi nedir diye onlarca insana sordum. İnanırmısınız bir tane bilen çıkmadı. Ya da Abdil’in gerçek adı var mıydı? Biz genellikle onlardan korkarken onlarda birbirinden korkuyorlardı. Gamalı Abdil’den Abdil de başkalarından. Mevlâm Abdil’e sağlıklı bir yaşam versin hiç olmaya bu saatten sonra. Ve yaşamımıza korku salan ama sonradan edindiğim bilgilerle aslında onların da içimizden birileri bizler gibi yaşam mücadelesi veren güzel insanlar olduğun da unutmadım. Ölenleri rahmetle anıyorum. Her ne kadar kalbimin kütürtüsü hala belleğimde olsa da.
Korku her zaman var. Ve bu korkudan medet umanlar da.. Sağlıkla kalın.