“Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır”.
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün vatanseverliği tanımladığı, anlattığı en güzel ve en kısa bir sözüdür. Bu sözü bizim nasıl anladığımız, ne tarafından baktığımızı çeşitli yerlere çekmeye hiç gerek yok. Yani söz gayet açık, gayet nettir.
Cumhuriyetin kurulması öncesinde ve tahmini 20 yıl sonrasındaki başarılar, yatırımlar, hizmetler, kalkınma çabaları bu sözün anlam bulması sayesinde sağlanmıştır.
Yaşadığımız dönemde görevini en iyi yapan insanlar (!) konusunda çok büyük değişiklikler olmuştur. Herkes görevini iyi yapmanın değil, o görevin başında kalabilmenin çabasındadır.
Hani çoğumuzun gördükten sonra hayretler içinde kaldığımız bilindik görüntüler var ya!. Bir vatandaş resmi bir daireye gelir, bankın arkasında bir memurdan işinin yapılması için müracaatta bulunur, bilgisayar ekranı arkası vatandaşa dönüktür. Memur bilgisayarda internet oyunu oynarken başını bile kaldırmadan "şu an sistem yok, sonra gelin" diye başından savdığı görüntüler... O ve o gibi bir çok görüntü geldi gözümün önüne....
Bir şekilde o makama getirilmiş, o koltuğa oturtulmuş memur; görevini (iyi de değil, sadece yapması gerektiği gibi) yapmayıp devletin makamında, devletin cihazlarıyla, devletin ödediği, daha doğrusu vatandaşın ödediği elektrik, su, gaz vb. şeyleri kullanarak vatandaşın işini yapmak yerine bilgisayarda oyun oynamayı tercih ederek hangi haktan, hangi insanlıktan, hangi vatanseverlikten bahsedebilir ki!...
Bir siyasetçi, meclis üyesi, belediye başkanı, milletvekili, hatta başbakan hizmet için seçildiği makamda halkın, vatandaşın işini yapmak yerine özel işini yaparak görevini yapmamış olur mu?... Mesela bir polis olaya, kavgaya çağrıldığında arada kalmamak için kenarda durursa ne yapmış olur. Bir doktor ya da hemşire acil hasta geldiğinde derhal harekete geçmesi gerekirken, “beklesin geliyoruz” diyerek çay keyfine devam ederse hipokrat yemini kalır mı? Bir öğretmen sınıfta ders yaparken onlara ödev verip, sonra da masasına oturup ders boyunca telefonunu elinden düşürmezse hainlik yapmış olur mu?... Bir devlet memuru mesai saatlerinde devletin aracıyla, devletin benziniyle, çocuğunu okuldan, ya da eşini altın gününden alırsa tüm milletin hakkına el uzatmış olur mu?...
Ayrıca din adamları... Bunlar Allah'ın kitabı Kur'an-ı rehber edinecekken günün şartlarına uyup, siyasi baskılara boyun eğerek siyasilerin otoritesi altında halka yanlış yönlendirmede bulunurlarsa yaptıkları yanlış kat kat fazla günah olur mu?... Örnek çok, istenirse sayfalara dökülür. Önemli olan hepimizin kendini bu yönde sorgulaması gerekir. Bir çoğumuzun çevresinde bildiği, tanıdığı örnekler mevcuttur mutlaka. Onlar ki devletin olanaklarıyla, halkın vergileriyle ödenen, maaşını alan hakkınhukukun düşmanı olanların arasında yer alır mı?
İyi bir ülkede hiçbir meslek sahibi, hiçbir hizmet erbabı menfaati için ülkelerinde vazgeçmemelidir. Ayrıca yönetenler tarafından da bu yönde zorlanmamalı, baskıya sokulmamalıdır. Bugün için çizgisinden çıktığı iddia edilen bağımsız yargının cüppesinde neden düğme olmadığı bilmek yetmiyor sanırım.
Din adamının kılavuzunun Kur'an olduğu gibi, bir hukukçunun rehberi Anayasa, bir öğretmenin kendisine verilen doğru, yararlı müfredatı, bir doktorun ve sağlıkçının da hipokrat yemini olmalıdır.
Bir polis, bir politikacı dahası tüm kamu çalışanları herşeyden önce milletini, memleketini, vatanını önde tutarak onun yararına çaba göstermelidir. Bir muhtar bile öncelikle mahalle ya da köylüsünün menfaatini en önde tutmalıdır. Yoksa “Vatan, Millet, Sakarya” sözü sadece geçmişte kalan unutulmuş sözler arasında yok olup gidecektir.
Peki o zaman, vatanını en çok seven görevini en iyi yapan olduğuna göre, görevini iyi yapmayanların, savsaklayanların, menfaatlerine göre kullanan, onun bunun lehine yönlendirenlerin, üç kuruşa her şeyini satanların vatan haini olarak adlandırılması gerekmez mi?...