“Yaşadığınız yerde mutlu musunuz” diye siz sevgili okuyucularıma bir soru sorsam; kiminizden “evet”, kiminizden de “neredee” cevabını alacağımı biliyorum. Nedenlerini de sorsam, aşağı yukarı verecekleri cevapları sizler de tahmin edebilirsiniz. Bu konuda, ben kendi görüşlerimden söz edeceğim. Mutlu olabilmek için; ya sevdiğin yerde yaşamayı tercih edeceksin ya da; yaşadığın yeri sevmek zorundasın.
Bu yetmez. Ya sevdiğin işi yapacaksın ya da; yaptığın işi seveceksin. Yetti mi, hayır. Ya sevdiğin insanlarla birlikte yaşayacaksın ya da; birlikte yaşadığın insanları seveceksin. Bu mümkün mü derseniz, daha fazlasına benim aklım ermiyor.
Biz, niye böyleyiz diye şöyle düşünüyorum da aklıma ilk gelenler şunlar oluyor: Korona denen virüs; tüm dünya insanlarını evlerine hapsetti. Bir yıldır, akla gelmeyen olayları ve zaman dilimini yaşıyoruz. İnsanlar; alışık oldukları yaşam biçimlerini değiştirmek zorunda kaldılar. Taşınabilir bilgisayarlar, tabletler, akıllı telefonlar insanları sosyal medya bağımlısı, hatta sapığı yaptı. Bu durum; aile ve sosyal hayatımızda akla hayale gelmeyecek sorunların ortaya çıkmasına sebep oldu. Örneğin; psikolojik hastalıklar, boşanmalar, kavgalar, cinayetler korkunç boyutlara ulaştı.
Peki, çaresi yok mu derseniz bana göre maalesef yok. Çareyi, bizim seçtiğimiz insanlar bulacak. Yani; hükümet. Fakat görüyoruz ki onlar da muhalefetle kısır çekişme içine girmişler, enerjilerini faydasız yerlerde harcıyorlar. İnsanın aklına gelmiyor değil. Çek git buralardan. Fakat, gitmek o kadar kolay mı? Attığın adımlar geri geri gidiyor. Dilinden de aşağıdaki dizeler dökülmeye başlıyor:
Banaz toprağı beni hep kendine çeker
Ağlamaklı sesle, her zaman sana bağrım açık der
Yalandan da olsa ondan birazcık uzaklaşsam
Git bakalım, bir gün mutlaka bana döneceksin der.
Şair Fuzuli’nin dediği gibi “Söylesem tesiri yok; sussam, gönül razı değil” diyerek insanları aydınlatmaya çalışıyorum. Gördüğüm şu: Ne yazık ki; hiç ama hiç faydası yok.