Savunma hakkı kutsaldır. İnsanlar suç işleyebilir ya da bir suça karışabilir. Yargılama sonrasında suçlu olduğu kesinleşirse hak ettiği cezaya çarptırılır. Bu süreç içinde suçlu kendini savunmak için yeterli donanıma sahip olmadığı durumlarda kendini savunma adına bir müdafiden yani bir avukattan yararlanmak ister. Avukatta yasalar ölçüsünde üstlendiği bu savunma hakkını en iyi şekilde kullanarak savunduğu insanın suçsuzluğunu ispat etmeye çalışır ve haksız mahkumi-yetten kurtarır.. Son zamanlarda AVUKATLAR’da kendilerini savunmak zorunda kaldılar. Konu neydi: BAROLAR... Ve savunma hakkının tam kullanılamaması.
BARO; Avukatların bağlı oldukları bir kuruluş, bir örgüt. Yasalarla kurulmuş ve iç meselelerinin konuşulup tartışılıp en uygun kararların alındığı bir yer. Ülkemizde her ilde bir BARO ve ülke çapında da BAROLAR BİRLİĞİ var.
Ancak son günlerde üzerinde tartışılan bir durum var. Bakalım ne olacak, nereye varacak sonucu. Yapılmak istenen net olarak belirlenmemiş olsa da görülen durum BAROLARIN çeşitlendirilmesi. Yani tek çatı yerine her ilde, daha doğrusu sayıca çok üye bulunduran illerde birden fazla baro kurulmasına imkan tanıyan bir düzenleme yapmak. Birlik olmak yerine bölünmek.
Bu duruma neden ihtiyaç duyulduğu ise tartışmalı. Şu an Türkiye Barolar Birliği başkanı olan kişi aslında hükümete pek fazla muhalif görünmüyor. Her ne kadar öncesinde ismi bir siyasi parti ile anılmış olsa da hatta genel başkan olması için düşünceler ortaya atılmış olsa da, son zamanlarda, muhalif olmaktan imtina edip aynı kulvarda durmaya çalışsa da, Anadolu’nun çeşitli illerinden gelen aykırı sesler bu durumun yaşanmasına neden olmaktadır.
Ankara’ya yapılan başkanlar düzeyindeki yürüyüş önce duraklatılmış sonrasında yapılan görüşmeler sonrasında orta yol bulunarak devam ettirilmiş ve AVUKATLAR ATA’nın huzuruna çıkabilmişlerdir…
Ne olacak bakalım diye gözümüzü meclise döndürdük. Bu yasa gerçekleşir mi yoksa geri adım atılır mı bekleyip göreceğiz.
Şimdi biraz gerilere dönüp ilçemizdeki SAVUNMACILARA bakalım.
Banaz 1953 yılında ilçe olmuş, Resmi daireler ve devletin kurumları birer birer kurulmaya başlamış. Babam Yusuf SARIOĞLU’da yeni ilçe olan buraya yerleşip DAVA VEKİLLİĞİNE başlamış. Bildiğim kadarıyla avukatların bulunmadığı mahkeme bulunan yerlerde Dava Vekilleri mahkemelere avukat gibi giriyorlar ve müvekkillerini savunuyorlarmış. Bunlara o günlerde dava vekili dendiği gibi arzuhalci ya da istidacı gibi isimler verilmekteymiş. Babamla birlikte (zamanlamaları farklı olabilir) Musa Kazım YILMAZ, Mehmet GÜNGÖR, Kadir GÜLDALI ve Ahmet ERGÜL (hepsini rahmetle anıyorum) de aynı görevleri yapan kişilerdi. Bu durum 1967 yılına kadar süre geldi. O yılda Banaz’a dışarıdan gelen birkaç avukat, baro oluşturunca dava vekillerinin mahkemelere girme faaliyetleri son buldu.
Onların kendi aralarındaki rekabetlerine uzun zaman şahitlik yaptım. Kahvede ya da toplum içinde gayet samimi ve dostane bir davranış içinde olan bu insanlar, mahkemelerde müvekkillerini savunurken hırslı, dirayetli ve oldukça sert tavırlar içinde bulunmaktaydılar. Her hangi bir davayı kaybettiklerinde bile umutlarını yitirmez “davayı kaybettik ama TEMYİZ hakkı kazandık” diye yaptıkları esprileri dillerde uzun yıllar söylenegelmiştir.
İyi bir AVUKAT “ipten adam alır” derlerdi. Peki ipten nasıl adam almışlar sora sora öğrendim sizlere de aktarayım.
Hikaye bu ya… Doğu illerinde varlıklı bir zat cadde ortasında hasmını silahla vurup yere seriyor. Tüm insanların gözü önünde oluşan bu olayda zanlının kurtulma şansı yoktur ve o yılların en ağır cezası olan idam cezası alacağı herkesçe malumdur. Ama bir avukat çıkar yüksek bir para talep ederek “ben bu adamı kurtarırım” der. Yüklü parayı öderler ve duruşmalar başlar. Bir kaç duruşma sonra avukat ortadan kaybolur. Zanlının yakınları işi gücü bırakır var güçleriyle avukatı aramaya koyulurlar. Avukat bulunamaz ama mahkeme sonuçlanır ve zanlıyı idama mahkum ederler. Olayları uzaktan izleyen avukat infaz gecesi bir şekilde oraya girer. İdam sehpasında cellatlar iskemleye vurur vurmaz birden fırlayıp elindeki bıçakla ipi keser, mahkum yere yığılır. Jandarmalar tüfeklerini avukata doğrultup olaya hakim olurlar. Avukat savunmasında mahkemeye “sizler idam cezası verdiniz ve infaz gerçekleşti, ama mahkum ölmedi. Sizin kararınız yerine geldi. Şimdi bana gereken cezayı veriniz” der. Böylelikle avukat müvekkilini ipten almış olur ve kendisi cezalandırılır. O yıllardan sonra idam cezası yerine ölüm cezası diye değiştirilmiştir. Her ne kadar günümüzde İDAM cezası kaldırılmış olsa da.
Ve bugünler AVUKATLAR için tam bir SINAV dönemi. Yargının en önemli unsuru olan SAVUNMA’nın ne kadar özgür olacağı, ADALETE ne kadar katkı sağlayacağı merakla beklentilerimiz arasındadır. Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü esas olmalıdır.