İşte geldi, gidiyor... Zaman su gibi akıp geçiyor. Daha dün samimi ve güzel duygularla başlayan mübarek Ramazan ayı dört gün sonra bizlere elveda diyecek.
Ramazan ayının güzelliği, maneviyatı başka bir şey. Elbette ki onu anlayana, yaşayana güzel. Daha doğrusu hakkını vererek yaşayana güzel. Zaten önemini bilmeyen, önemsemeyen ve yok sayanlara bir şey demeye gerek yok.
İnsanların bir kısmı bu güzel ayda orucunu tutuyor, teravilere gidiyor, elinden geldiğince ibadetini yapıyor. Yalnız çevremize baktığımızda oruç tutanların sayısı sanıyorum oldukça az. Yani herkes orucu kendisine tutar, ibadetini kendisine yapar. Bu, ilk başta söyleyeceğimiz en önemli sözdür.
Oruç tutan insanlar zaten ibadetiyle iradesini pekiştirmiş, sağlamlaştırmış insanlar. Yani bir hastalığı yoksa herkesin yapabileceği bir ibadet. Ancak kimileri hastalığı bahane ederek, kimileri dayanamadığını veya anında sinirlendiklerini ifade ederek oruç tutamadıklarını belirtiyorlar. Ancak oruçluya saygı da beklendiği şekilde görülmüyor.
Sokaklarda Ramazan ayını hiçe sayarak elinde suy, sigara veya başka bir yiyecekle dolaşanlar sanırım oruca ve oruçluya saygıyı unutuyorlar.
Asıl garibime giden ise küçük yaştaki çocukların hem çevreyi, hem de Ramazan ayını önemsemeden ellerindeki sigarayı ulu orta tüttürerek gezinmeleri. Yani oruçlulardan çekinmedikleri gibi ailelerini de atlattıklarını düşünerek yaptıkları yanlışı herkese göstermeye çalışıyorlar sanırım.
Ben bağnaz görüşlü bir insan değilim. Oruç tutmayanın tutana olduğu gibi tutanın da tutmayana saygısı, hoşgörüsü her zaman olmalıdır. Toplumdaki güzellikler bu şekilde sürer ve çoğalır. Ancak başta da söylediğim gibi zaten iyi yapan da kötü yapan da ne yaparsa herkes kendine yapar.
Teravhi namazlarında camiler dolup dolup taşmıyor. Ramazan boyunca gözlemlediğimiz kadarıyla en yoğun zamanlarda bir camide en fazla üç dört saf ancak oluyor. Aynı anda namaz saatlerinde baktığımızda da kahvehaneler tıklım tıklım dolu oluyor. Bir taraftan bunu garipserken diğer taraftan da günümüz din adamları, din işlerini yürütenler galiba insanları camilerden uzaklaştırıyor, dinden soğutuyorlar. Son zamanlarda dinin siyasete yoğun şekilde alet edilmesi bunun başlıca sebebi olabilir diye düşünüyorum.
Geçen yazılarımdan birinde söz etmiştim. İlçemizde, Banaz’da bir camide teravhi namazı önceki sohbetlerde hoca efendi “ÜLKEMİZDE FAKİR İNSAN YOK, ARTIK HERKES ZENGİN” deyiverdi. Bunu neye göre söyledi, neden söyledi bilmiyorum. Acaba 14 bin 500 liralık emekli maaşını göklere çıkarıp hükümete yağ çekmek için mi söyledi yoksa at gözlüğüyle baktığı çevresini görmüyor mu bilemiyorum. Ancak kendisi 60 bin liraya yakın maaş aldığı için mi yoksa ülkemizde açlık sınırının 23 bin 324 lira, yoksulluk sınırının 75 bin 973 lira olduğunu bilmediği için mi söyledi hala merak ediyorum.
Ben her zaman üzerine basa basa söylerim. Bir toplumdaki en saygın, en düzgün, en dürüst olan kesimin birincisi öğretmenler, ikincisi din adamı olması gerekmektedir. Zira din adamları ve öğretmenler (ki son yıllarda yargı mensupları da buna dahil oldu) hiçbir kurumun, kuruluşun, siyasi gücün esiri, şaklabanı olmamalıdır. Yoksa o toplumdaki gelecek, huzur ve denge birilerinin hırs ve ihtiraslarına sunulmamalıdır. Bu sebepledir ki Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk laikliği getirerek din ve devlet işlerinin ayrı tutulmasını hedeflemiştir. Ama bugün bu hassasiyeti ara da bulasın...