Çocukluğumuzdan beri her yıl 12-18 Aralık günlerini YERLİ MALI haftası olarak kutladık geldik. Sonraki yıllar bir baktık ki bu haftanın ne adında ne de içeriğinde düşündüklerimiz neredeyse kalmamış. Uzun yıllar ayrı kaldığım için de nasıl kutlandığı konusunda pek fazla bilgim olamadı. Ama birkaç gün önce torunum anımsattı: “Dedeciğim sınıfta yerli malı haftası yapacağız” diye. Hayret ettim, “demek ki daha bu hafta kutlanıyor” diye. Ama bir başka merakım da çocuklarımız bu hafta nedeniyle kutlamalarda sınıflarına neler getirebilecekler bakalım .
Öğretmen olarak görev yaptığımız yıllarda bu haftayı kutlarken çocuklarımıza haftanın önemini, haftada neler yapacağımızı sindire sindire anlatırdık.
Çocuklarımız, ülkemizde yetişen ürünlere ait dörtlükler ezberler sınıfta sırasıyla seslendirirlerdi.
“Çiçek olur açılırım/Mercan gibi saçılırım Hastaya nar sorulmaz/Şurubuna doyulmaz….”...
“Amasya elmasıyım/Meyvelerin hasıyım/Al sarı yanağım var/Beni yersen kan yapar”, “Kütahya vişnesiyim/Çok suluyum ekşiyim/Macar ile Napolyon/En gelişmiş cinslerim”...
Ülkemizde yetişen tüm meyvelerimiz yörelerine göre seslendirilir ve bu hafta aralıkta kutlandığı için genellikle kış meyveleri masalara dökülür. Öğrenciler arasında bire bir değişim yapılarak şarkılar, fıkralar eşliğinde güzel bir gün geçirilerek kutlanırdı. Öncesinde çocuklarımıza gerekli uyarları yaparak “kendi evlerinde bulunan yerli ürünleri” getirmelerini özellikle isterdik. Bakkaldan alınmış ya da endüstri yiyecekleri getirmemeleri hususunu uyarı yapardık. Kavurga, kölle, pap, yemiş, kuru üzüm, nohut, leblebi, ayva, nar masalarımızın müdavimleri olurdu. Öğrenciler masalara guruplar halinde oturur, birbirleriyle kaynaşır ve yiyeceklerini bölüşerek tüketirlerdi.
“Nerede o günler!” demek elbette mümkün. Şimdilerde böyle bir hafta kutlamak neredeyse olanaksız. Nerede bulacaksın kavurgayı, nerede bulacaksın kölleyi (mısır haşlaması), nerede bulacaksın pestili.. Olsa olsa, genellikle hepsi paketlenmiş endüstri ürünleri, yani çitos-patos-kraker (çubuk-badem) çikolata, gofret ve benzerleri ile çeşitli pet şişeli içecekler olabilir.
Şimdi asıl söylemek istediğime gelecek olursak günümüzde asıl kutlanması çok önemli olan hafta işte tam bu haftadır. YERLİ MALI HAFTASI. Biz bu haftayı hakkıyla kutlayabilseydik şimdi yani günümüzde yaşadığımız sıkıntıların bir çoğunu yaşamazdık. Ülkemiz dışından gelen deniz aşırı ülkelerden ithal edilen ne pirince ne mercimeğe ne de buğdaya muhtaç olmadan yaşayabilirdik. Yurtdışından gelen yiyecekler dolar ile euro ile değerlendiğinden haliyle bizler de ucuza değil fahiş fiyatlara ve onların belirlediği rakamlara edinebiliyoruz.
Her şeyde hiçbir zaman geç kalınmış sayılmaz. Ne zaman başlarsan başla onun arkası mutlaka gelir. Bizler de vakit geçirmeden yerli malı üretimine hemen ve acilen yeniden başlamalıyız. Ülkemiz yaşamımızı sürdürecek her türlü ürünün yetişmesine imkan veren ender ülkelerdendir. Kıymetini bilelim. Anguslarla çikita muzlarla kendimizi avutmayalım. Onların en alası ülkemizde yetişmekte ve tadına doyum olmamaktadır. Üç gün et yemesek, aylarca muz yemesek ne olur sanki. Kaldı ki bizim ülkemiz hayvanlarının etleri mis gibi kekik kokar, muzlarımızın aroması başkalarında yoktur, kirazımıza doyulmaz, elmamız, portakalımız, üzümüz, fındığımız tat olarak başkalarıyla kıyaslanamaz bile. Bütün bunlar bizde varken neden el kapılarını aşındırıyoruz.
Biz; daha çok üretmesi için kendi insanımıza daha fazla imkan tanıyıp onları teşvik ederek ve ürettiklerini en iyi şekilde değerlendirme imkanı vererek hem insanımızın kalkınmasına ve hem de ülkemizin kalkınmasına imkan versek daha güzel olmaz mı?..
Büyük şehirlerde büyük avm’lerde şöyle bir gezinti yapın. İnanın Türkiye’de mi yoksa başka ülkede mi yaşadığınızın farkına varamazsınız. Bütün mağazaların isimleri yabancı, bütün yiyecek bölümlerinde yabancı markalar.
Bunu yazarken aklıma geliverdi. Banazımızın unutulmaz insanlarından APOSTOL Amca’nın lokantası vardı. Onunla ilgili bir çok hikayemiz var ama bu günkü konuyla ilgili olanı anlatayım. Camında “GÜL LOKANTASI” tabelası vardı. Yıllar yılı insanlara bu şekliyle hizmet vermekteydi. Günlerden bir gün elinde bir çanta ile seyyar tabelacı lokantaya gelir. Eskimiz tabelayı yenilemek ister. O da pek istekli olmasa da haydi yaz der. Tabelacı yazmaya başlar ve usta artık, “Devir değişiyor, lokanta yerine restorant yazıyoruz. Ben de öyle yazayım mı?” der. “Peki” denilince tabelayı “GÜL RESTORANT” diye değiştirir.. Ertesi gün ve sonraki günlerde müşterisi azalır. Sebebini araştırınca anlar ki köylerden gelen müşteriler restoran yazısını görünce “burası pahalıdır” diye girmezler. Eline aldığı bir jilet ile restoran yazısını kazır. Ve GÜL kalır. Sonrasında işler yine normale döner. Yani bizler pek lükse alışkın değiliz. Bizim olsun, bizle olsun deriz her zaman.
Yani YERLİ MALI bizim her zaman kurtuluşumuzdur. Vazgeçmeden ve ısrarla üzerine gitmeliyiz..
Ü R E T M E L İ Y İ Z.