İnsanlar ekonomiden şikayetçi. Fiyatlardan, zamlardan, karşısına çıkan zorluklardan şikayetçi. Akaryakıt fiyatları durmuyor. Döviz ona keza adeta kronometre gibi, depar atıyor. Sonrasında ne kaldı? Ondan sonrasına bir şey kalmasına gerek yok ki! Zaten bu iki unsur piyasayı yönlendiren, tamamen elinde tutan ve yükselten en önemli etkenler.
Evet, fiyatlar durmuyor, insanlar zorlanıyor.
Bakınız daha üç ay önce herkes evlere, arabalara saldırıyordu. Evlerin fiyatı afâki şekilde arttı. Arabalar yok satıyordu. Bütün bayiler telefonları açmıyorlar, el altından satış fiyatının çok üstünde torpille (!) araba satıyorlardı. Pandemi bahane edilerek işleri karıştırdılar. Soruyorsun, “çip krizi var”. Elbette pandeminin dünyada yaşam dahil bir çok olayı etkilediğini biliyoruz. Daa ne oldu da durum değişti. Son günlerde stoktaki araçlar çıkmaya başladı. Fırsatçı sezonu sona erdi, seviniyoruz.
Bu sevinçle kimse 200 bin liralık arabanın 1200 liraya çıktığını, 300 bin liralık evin 2 milyona çıktığını sormuyor, sorgulamıyor. Hoş sorgulasa ne olacak. Toplum artık uyuşmuş bir halde “BA-NA-NE ABİDESİ” olmuş çıkmış. Ne desen boş...
Farkında mısınız, her yerde bunlar yaşanırken dünyada garip şeyler oluyor. Bir tarafta sıcaktan insanlar ölüyor, bir tarafta soğuktan.
Başka bir yerlerde depremler, diğer tarafta tayfunlar, seller... Toprak kaymaları, tsunamiler, kuşlar toplu ölüyor, balıklar dere kenarlarına seriliyor. Domatesler olmuyor, sebze ve meyveler bizden önce uzaya çıkıyor. Her yerde bir başka bir değişik akla sığmayan sır dolu garip olaylar!...
Ne diyebilirsin ki, mukadderat!... kader!... Tabii ki bunlar; çaresiz insanların topluma verdiği “boş ver, kafaya takma sen, idare et” mesajları. Aynen “Zamları Allah yapıyor” gibi...
Bizler bunları yaşıyoruz ama dünya top yekün başka yerlere gidiyor. Elbette ülkemizde onların peşinden sürükleniyor bir yerlere.
İnsanlar dar boğaza girince, kiralar yüzde 300-500 artınca, gelir 7 bin 500, gider 15 bin olunca ekonomiyi daha fazla konuşur olduk. Bizler de aynı durumda olduğumuz için her türlü çevreden ekonomi hakkında bilgiler alıyoruz, bir şeyler öğrenmeye çalışıyoruz. Enflasyon ne olur, dolar nereye kadar çıkar, altın yükselir mi? Tüm derdimiz bu!...
Bu arada gözden kaçırdığımız başka olaylar da var. Örneğin geçen yıl çift maaşlı bir aile zar zor bir ev alabiliyordu, almayı hesap edebiliyordu. Ancak bu yıl dört maaşlı olanlar dahil hayalini bile kuramıyor. Yani evi olmayanların, iyi bir arabası olmayanların durumu bitik!...
İşte buradan sonra yavaş yavaş bazı iddiaların doğruluğu ortaya çıkıyor. Yani yeni dünya düzeninde, alengirli ekonomik sistemde insanların ev almasının, araba almasının imkânsız hale getirileceği planlanıyor.
Peki ne olacak, insanlar çadırda mı yaşayacak, deveyle mi seyahat edecek. Bu işin gırdır tarafı da yeni ekonomi sistemi bu tür şeyleri “kiralama” düzenine doğru götürüyor. Yani “Mülkiyetsizleştirme Projesi”...
Öyle iddialar var ki; şimdiden insanları ikiye bölmüş durumda. İnsanların sahip olduğu her şey, yani; ev, araba, arsa, tekne ne varsa hepsi karbon salıyor. Bu sebeple de KDV, ÖTV, MTV derken bizi kucaklayacak olan KAV geliyormuş. Yani “Karbon Vergisi”. Dolayısıyla çok malınız olursa çok vergisi olacak, hiç bir şeyiniz olmazsa verginiz de olmayacak. Sat kurtul, saç kurtul diyor ekonomistler. Şunu da ekliyorlar; “hiç bir şeyiniz olmayacak ama çok mutlu olacaksınız”...
Bu konularda özellikle twitterde aşırı hararetli paylaşımlar, tartışmalar, eleştiriler var. Ona karşılık da “insanları tedirgin ediyorsunuz” cevapları veriliyor. Ama “olur mu?” derseniz bence olur yani gerçekleşir.
Bakınız ülkemizde 1985 yılında Turgut Özal tarafından bir yerlerden kopyalanarak getirilen bir KDV sistemi ve bu kapsamda bir vergi alma planı vardı. Özal koydu, tüm ülke kabullendi. Dolayısıyla ülkede her bir şey yüzde 18 yükselmişti. Bu olursa da mecburen kabullenilecek ve insanlar kendileri bile karbon saldıkları için vergi ödeyecek.
Kaçabilecek bir durum var mı, YOK!...
Zaten malımız mülkümüz olmayınca mutlu olacaksak bize tek teselli kalıyor; “napacaksın malı mülkü, bir tek dileğim var; mutlu ol yeter!”...