1966/1967 yılı öğretim yılındayız. Yer Banaz Orta Okulu, beden eğitimi öğretmenimiz Muhterem USLUBAŞ (yaşıyorsa uzun ömürler, yitirdiysek rahmetler dilerim) tahtaya bir yazı yazarak bir takım ölçüler verdi. Hepimize seslenerek yarın verdiğim ölçülerde kartona AY ve YILDIZ çizeceksiniz. Ertesi gün herkes çizmiş. Öğretmenimiz kontrol etti hatalı olanları düzeltti. Ne yapacağımızı merak ediyorduk. Tabi bu işi sadece erkek öğrencilere görev olarak söylemişti. Bahçeye çıktık ve herkesin üst giysilerini çıkararak sırt üstü yere yatmasını söyledi. Hepimiz okul bahçesine sırt üstü serilmiştik. Sonra çizdiğimiz ay-yıldızları göğsümüzün üstüne uygun şekilde yerleştirdik. Güneş öğle sonu olanca gücüyle bize odaklanmıştı sanki. Öğretmenimiz dedi ki; “Çocuklar bu günden sonra havanın güzel olduğu güneşli günlerde öğle sonları bu işi yapacak ve 19 Mayıs’a kadar vücudumuz bronzlaşacak ama ay ve yıldız ortaya çıkacak” dedi. Bu uygulamayı günlerce yaptık ve amacımıza ulaşmıştık.
Amma geldi çattı 19 Mayıs. Akşamdan gök simsiyah verdi, yağmur ve arkasından neredeyse 5 santimi geçen kar ile kaplandı ortalık.
Haliyle bayram töreni ertelendi. Bilmem hatırlayanlarınız var mıdır?
27 Mayıs’ta da Hürriyet ve Anayasa Bayramı kutlanıyordu. Öğretmenimiz üzgün bir şekilde, “çocuklar törenlerimizi haftaya yapacağız” dedi. Ne çare ki; o gün de hava buz gibi, üstümüzü çıkarmayı bırakın neredeyse paltolarımızı giyecek bir hava vardı ve aylarca emek vererek yaptığımız uygulamayı anne ve babalarımıza gösterememiştik. Herkesi bir üzüntü kaplamış ve o günlerin eğitim-öğretim takvimine göre de birkaç gün sonra okullar tatile girivermişti.
Her yıl isteyerek ve büyük bir hevesle kutladığımız o güzelim bayramı kutlama hevesimiz kursaklarımızda kalmıştı. Sadece bizim değil tüm guruplar aktivitelerini sergileyememişlerdi. Birlikte yapılan hareketler, yarışmalar ve tören sonlarına doğru 4-5 kata ulaşan kulemizde rahmetli Hasan Minkara’nın en üste çıkarak göğsünden çıkardığı TÜRK bayrağını açması, çığlıkların semaya yükselmesini sağlıyordu. Ama olmadı. Çok heveslenmiş, çok umutlanmıştık. Göğsümüzdeki ay ve yıldızı evlerde herkesten saklamıştık.. Büyük bir sürpriz yapacağımızı düşünüyorduk. Yapamadık.
Tabii ki öğrencilik yıllarımızda tüm milli ve dini bayramları doyasıya kutluyor, daha doğrusu bayramların hakkını tam manasıyla verebiliyorduk. Sonraki yıllarda yapılanlara şöyle bir bakıyorum eski tadı vermiyor. Yirmi üç Nisan kutlanacak, şehirde birkaç okul görevli diğerleri seyirci, 19 Mayıs kutlanacak, falan okul yapıyor diğerleri gezmelerde, 29 Ekim kutlanacak çelenk koyma töreni ile bitiyor. Dini bayramlarımız desen sanki ara tatil gibi. Bayramın başlama gününe göre ya pazartesi-salı, ya da perşembe-cuma bayrama eklenip dokuz güne çıkarılıyor. İnsanlarımızda ver elini tatil yörelerine.. Hele şu pandemi dönemi desen bir başka facia. Ne akraba ziyareti ne eş dostla bayramlaşma. Eee görüntülü telefon hizmetleri uzaktakileri yakın ediyor, cepten cebe bayramlaşma törenlerini de icra ediyoruz. Bu arada bizim torunların da morali bozuluyor. Akraba ziyaretlerinde ellerine geçebilecek üç-beş kuruştan da mahrum oluyorlar ve onlar için tabiiki bayramların tadı kaçıyor. Bu kez belki yöresine göre geçit törenleri yapılabildi, pandemi kısıtlamaları sonrasında ama ne okullar ne diğer kuruluşlar tören yapabildiler. Akşam saatlerinde okunan İstiklal Marşı’na bile zor yetiştiler. Biz öyle görmüşüz, milli ve dini bayramlarımız bizleri birbirimize daha çok bağlayan, kenetlendiren zamanlar olarak değerlenirdi. Tatil yapmayı düşünemezdik. Hatta uzaktaysak illaki bu bayram anamızın-babamızın yanına mutlaka gidilir ve elleri öpülürdü.. Şimdilerde bahane hazır. “Pandemi var...” Evet doğru pandemi var, var olmasına da .sen Bodrumlara giderken pandemi olmuyor mu??.
19 Mayıs 1919. Kimileri yazmış ATATÜRK’ün doğum günü diye.. Oysa ben TÜRKİYE CUMHURİYETİ’nin doğum günü olarak addediyorum. Samsun’dan doğan güneş bizi öylesine aydınlattı ki; Kurtuluş Savaşı burada başladı ve 9 Eylül’de İzmir’de bitti. Yani CUMHURİYETİMİZ’in orada temeli atılarak şu günlere geldik.
ATAMIZIN ; “EY TÜRK GENÇLİĞİ” diye seslendiği bu harika görevi asla unutmadan ve göz ardı etmeden ülkemize ve Cumhuriyetimize sahip çıkmayı sürdürüyoruz. Gözü olanların gözü çıksın diyerek yıllar yılı topraklarımıza göz dikenleri ve bizleri birbirimize düşürmeye çalışanları lanetliyorum.
“Bir daha gel, gel Samsun’dan” diye söylenenler elbette kulağa hoş geliyor. Biliyoruz ki o bir daha gelemeyecek, onun fikirleri ve bizlere yakıştırdığı çağdaş medeniyetler seviyesine çıkarmak için görev bizim yani TÜRK GENÇLİĞİ’nindir. Bu cennet vatanımıza sahip çıkmak, daha bir sıkı sıkıya sarılmak, onu yüceltmek ve ülkemizde kardeşçesine yaşamak bizim elimizdedir. Bunu başarmak bizim elimizdedir.
Ne mutlu bize ne mutlu TÜRK’üm diyene. İlelebet yaşayacak olan ülkemizde daha güzel günleri birlikte yaşamak dileğiyle. Tarihimiz UNUTULMAZ.