Merhaba değerli okurlar. Bu haftaki yazımda biraz özel konulara girmek istedim. Haftalardır fırtına hızıyla devam eden ülkem konularından bir nebze olsun başımızı kaldırıp biraz da nostalji yapalım dedik. Yazımın başlığına bakarak BAŞKAN sözcüğünü başka alanlara götürmeyin. Bu yazıda ne ülkemin başkanlık sitemi ne belediye başkanlığı ne de bir başka kuruluşun başkanlığından bahsetmeyeceğim. Kendi yaşamımdan, daha doğrusu öğretim gördüğüm yıllardaki olaylardan kısa kısa söz etmek isterim.
Okul yıllarımın önemli bölümlerinde sınıf başkanlığı görevini yürüttüm. Bunu gah kendim istedim gah arkadaşlar teşvik etti ya da öğretmenlerim görevlendirdi.
İlkokul yıllarımda ara ara sınıf başkanlığı yaptım. Onu rahmetle anayım ilkokul öğretmenin Ali CENGİZ beni görevlendirirdi.
O yıllar jet hızıyla geçivermişti. Ortaokulda aralıklarla da olsa sınıf başkanı oldum. Ve başarıyla görevimi yaptım. Yaşımız gereği pek fazla yorum katmadan yapıyorduk işimizi. Sonra öğretmen okulu yılları başladı. İlk aylar yaşadığımız gurbet sendromu nedeniyle herhangi bir girişimde bulunamadım. Daha doğrusu anadan babadan ilk ayrılış, bilmediğimiz bir ortama gelişimiz. Yatılı okul ve de yeni yeni gençlik ortamlarına girişim hep aynı zamanlara denk geldi. Zaman geçtikçe gözümüz açıldı ve görev alabilecek duruma erişmiştim. Sınıf başkanlığı seçimi vardı ve aday oldum. Beni seçtiler. Mutluydum. Arkadaşlarımın teveccühüne mazhar olmuştum. Çoğunuz bilirsiniz, yatılı okullarda sabah kahvaltı öncesi etüt, akşam yemeği sonrası etüt devamlı yapılır. Ve bu etütlerde ben kürsüde oturur bir öğretmen edasıyla sınıf idare etmeye çalışırdım. En büyük özelliğim tüm arkadaşlarıma gayet sakin ve eşit olarak davranırdım. Haksızlıklara asla tahammül edemez ve başkalarına da yapamazdım. Ara sıra görevden affımı istediğim zamanlar olsa da üç yılın neredeyse çok büyük bölümünü sınıf arkadaşlarıma başkanlık yaparak tamamladım.
Evet okulu bitirip mezun olurken bir arkadaşımız tahtaya not yazmıştı.. “Elveda arkadaşlar; Temmuz 1975'te buluşalım.” O an olabilir gibi düşünerek ayrıldık. Gel gör ki 1975 yılında hepimiz yurdun çeşitli bölgelerine savrulmuş ve ADA’yı düşünecek durumda olmamıştık. Bir iki arkadaş o buluşmaya gelmiş. Ben ise geriye dönüp bakma imkanı bulamamıştım.
Sonra okulun mezunlar derneği kurulmuş ve arkadaşlarla buluşmalar yapılmaktaydı. Ama bizim sınıftan birkaç arkadaş dışında kimse katılmıyordu. Bu serzenişi gördüğüm, konuştuğum arkadaşlara ilettim. Bir gün, M. TUNCER, “akşam beni Ömer aradı sınıfça toplanalım. Bu işi de A. Erkin yapar dedi” diye bana iletti. Bir anda kafamda senaryolar yaşamaya başladım. Olur mu, olmaz mı ikilemleri yaşadım. Eve gelip planlama yaptım ve kısa sürede sınıf arkadaşlarımın büyük bir bölümüne ulaştım. Herkes sıcak bakıyordu. 1970 mezunu 6/A sınıfını toplama planı tutmuştu. 29 arkadaşım davetime icabet ederek UŞAK’ta toplandık. Bir günlükte olsa uzun yıllar sonra birbirimize kavuşmanın mutluluğuna eriştik. Ben UŞAK ile ilgili dokümanlar hazırlayıp arkadaşlara sundum. Uşak müzelerini, Ulubey kanyonunu gezdirdim. Akşamına da Uşaklı yerel sanatçılar Mustafa ÇOBANOĞLU ve Mehmet KARADEDELİ’nin sazları eşliğinde güzel bir gece yaşadık. Bu lezzet damaklarda yer edince işin devamı geldi. Sonraki yıllarda sayımızı artırarak toplanmaya, buluşmaya devam ettik. Ara sıra yorgunluk alametleri yaşasam da, biraz zahmet çekiyor olsam da sınıf arkadaşlarım; “BAŞKAN devam!” dediler. Beni motive ettiler.
Sonraki yıllarda SALİHLİ, DENİZLİ, DİKİLİ, ÇANAKKALE, KUŞADASI, SANDIKLI’da buluşmalar düzenledik. Sınıf sayımıza tam olarak ulaşamadık. Tabi bu yıllar içinde yitirdiğimiz sınıf arkadaşlarımız vardı. Onları rahmetle andık. Ulaşamadığımız bir arkadaşımız Hasan Aslan vardı. Nasıl ulaşabilirim diye dört döndüm. Bir gün Yusuf GÜLMEZ öğretmenime rastladım. (Uşak yetiştirme yurdunun uzun yıllar müdürlüğünü yapmış) “Size bir arkadaşı soracağım!” dedim. “Kimi?” dedi. “H. Aslan...”. “Şu kara kuru olanı mı?.. “Evet” dedim ve kısa sürede bana telefonunu verdi. Onun sayesinde bulduk arkadaşımızı.
Derken bu yıl GÖKÇEADA ATATÜRK öğretmen okulundan mezun oluşumuzun 50.ci yılı. Dile kolay yarım yüzyıl geçmiş aradan ve biz hala 1965'te yanan o ADA ateşinin aşkıyla yanıp tutuşuyor, uzun yıllar sonra yakaladığımız bu güzel arkadaşlık, dostluk ortamını daha da ileriye götürmek için çaba harcıyoruz. Bizleri böyle yetiştiren tüm öğretmenlerimize de minnettarlığımızı sunuyoruz.
Arada aksaklıklar olmuyor değil. Onları da bir şekilde aşarak birlikteliğimizi sürdüreceğiz. Zaten bu işe başlarken “pazara kadar değil mezra kadar” diye söz vermiştik.
Nereden bulaştıysa bu başkanlık, bize zaman zaman zorluklar yaşatsa da, arkasından yaşadığımız mutluluklara değişilmez. Bu güzel insanları bir araya getirmek, onlarla sürekli iletişim halinde olmak ve daha da ilerisi eşlerimizin birbiriyle olan kaynaşmasını görmek dünyalara değer. İyi ki varsınız DOSTLAR, iyi ki yolumuz 1967'te ADA’da kesişmiş.
Başkanınız konuşuyor.. “50.yıl hazır olun”. Selamlarımla.