Bizler Murat Dağı’nda onbinlerce ağacın, milyonlarca canlının, neredeyse Ege Bölgesi’nin su kaynaklarının ve eşsiz benzersiz temiz havasının yok edilmemesi için feryat ederken, Hasan Köyü ormanlarında çıkan yangınla mahfolduk.
Yangın, güçte olsa ekiplerin özverili ve yoğun çalışmaları sonucu söndürüldü. Ancak yine de Murat Dağı’nın etekleri sayılan çam ormanlarının cayır cayır yanması yüreklerimizi burktu, gözlerimizi yaşarttı.
Tek bir çam ağacının yılların eseri olduğunu bilmeyen, yangınlarda heba olan onca ormanlık alanın neyi ifade ettiğini anlayamaz. Ama gerçek vicdanlı bir insan da o yanan yerleri canı pahasına söndürmeye çalışır, yanan yerleri daha sonra gördüğünde de oturur gözyaşı döker.
İlçemizin Hasan köyünde cumartesi günü çıkan yangının sabotaj olma ihtimalinin kuvvetli olduğu belirtiliyor. İşte böyle bir ihtimal bizleri daha da kahrediyor. Bizim dinimizde hiçbir canlının öldürülmesi kabul görmezken, Peygamber efendimiz (sav) de “Kıyâmet kopuyor olsa ve birinizin elinde bir fide bulunsa, kıyâmet kopmadan onu dikebilirse bunu hemen yapsın!” dememiş midir? Ormanları yakmak, bu vatanın havasını suyunu siyanürle zehirlemek hangi dine sığar...
Orman yurdun süsü, ulusun gücüdür. Ayrıca da hayat kaynağıdır. Bir tek çam ağacı 50 yılda normal halini alırken ne yazık ki 1 saatte kül olabilmektedir.
Son zamanlarda ülkemizde güzelim ormanlık alanlar otel için, yazlık için, saray için, meskene açmak için, tarla tokat yapmak için ve maden çıkarmak için katledilebilmektedir. Ülkemiz bu konularda bir çıkmaza doğru sürüklenmektedir. Milli varlıklarımız küçük hesaplar ve kişisel çıkarlar için heba edilmektedir.
Atatürk, 1929 yılının ağustos ayında Yalova'da bir köşk yapılması için talimat verdi. Köşkün yapımı eylül ayında tamamlandı. Ancak Atatürk 1930 yılının haziran ayında Yalova'daki köşke gittiğinde çalışanlar köşkün yanındaki çınar ağacının dalının köşkün çatısına vurduğunu, çatı ve duvara zarar verdiğini söyleyip, çınarın köşke uzanan dalını kesmek için izin istediler. Atatürk ise çınar ağacının dalının kesilmesi yerine binanın tramvay rayları üzerinde birkaç metre ileriye alınmasını emretti.
Böyle bir anlayıştan bugünkü yakılsın, yıkılsın, yok edilsin zihniyetine nasıl geldik. İşin garibi, Kanadalılar altın çıkarmak için ağaçları katledecek, canlıları yok edecek, kaynak sularını yerin dibine gömecek. Üstelik altını siyanürle çıkararak insanları öldürüp, yaşam alanlarını zehirleyecek ve bize çıkardığı altından yüzde 3,5 bırakıp gidecek.
GÜNAHTIR YAHUUU...
Kanadalılar ülkesinde bırakın siyanürle altın çıkarmayı bir tek ağacı resmi izin olmadan kesemiyorlar. Ve diğer geri kalmış ülkeler ne olursa olsun diyorlar.
Reva mıdır bu!... Üstelikte biz bunları bütün resmi kurum ve iktidarımızla seyrediyor, “Hayır!!!” diyemiyoruz. Neden acaba?
Ağaçlarla kaplı topraklar her zaman bol oksijen, verimli yağışlar, bereketli ürünler verir. Bu vatan kolay kurtarılmadı, bu vatan kolay kurulmadı. Ülkemizin ormanları, madenleri üç kuruşluk kişisel çıkarlara kurban edilmemelidir. Bizler ülkemize sahip çıkmalı, her türlü yanlış kararın karşısında dimdik durmalıyız...