Bir zamanlar küçük bir yerde mutlu insanlar yaşarmış. Dostluklar, kardeşlikler menfaate dayalı olmazmış.
Bu insanlar birbirine saygıda, sevgide kusur etmezlermiş. Öyle ki, hani şu elin cavurlarının evliliklerde (halk dilinde öyle konuşulduğu için aynısını yazdım, özür dilerim) evliliklerde söyledikleri, "iyi günde, kötü günde, hastalıkta, sağlıkta hep yanında olacağım" dedikleri dilekler aynen burada yaşanırmış. Bizim dinimizde de söylendiği gibi asla komşusu açken insanlar tok yatmazlarmış.
Gel zaman, git zaman devran değişmiş. Köprülerin altından çok sular geçmiş. Küçükken ana babalarından öğrendikleri bu güzellikleri yaşamalarına rağmen, o zamanların insanları bile hayatın cilvesiyle bu güzelliklerden uzaklaşmışlar ve zamanla unutmuşlar bunları.
Zamanla insanlar da harman yerindeki samanlar gibi oradan oraya savrulmuş gitmişler. Zaten öyle de olmaz mı. Zaman içinde yavruları için doğada adeta savaşan, gerektiğinde gözünü kırpmadan ölüme gidebilen tüm mahlûkatlar gibi insanlar da bazen düşman olmazlar mı en yakınlarına bile...
Kimisi maddiyata dayalı, kimisi aileye; kimisi siyasete dayalı, kimisi menfaate sebeplerle birbirlerinden uzaklaşmış bu dostlar. Ve yine zamanla aynı şehirde, aynı mekanda birbirlerini görmez olmuşlar, tanımaz olmuşlar, görmezlikten gelmişler... Karşı karşıya gelmekten de kaçınmışlar, gelseler bile bir selam vermeyi bile çok görmüşler eski dostlarına...
Bu insanlar kardeş gibi olmalarına karşın kopmuş, uzaklaşmışlar. Aynı hikayedeki gibi aynı yerde bulunmalarına rağmen birbirlerini görmekten, görüşmekten imtina etmişler.
Neydi bu insanları birbirinden uzaklaştıran. Gerçekten hikayedeki gibi para mı, menfaatler mi. Yoksa insanları yaşamadan mezara sokar gibi yalnızlığa mahkûm eden teknolojinin zavallı eseri sanal hayat mı? Bıkkınlık mı yoksa eski dostlardan.
Ama biz bir fincan kahveye kırk yıl hatır biçebilen vefakar insanlar değil miydik? Nasıl böyle vefasız olabildik. İşin en acı tarafı da sorgulamadan da uzaklaştırdık hızla kendimizi...
Yaşam kısa, yaşam kısıtlı. Şu üç günlük dünyayı dar etmeyelim kendimize, çevremize. İnsanlara saygılı, çevreye duyarlı, yaşama umutla bakan insanlar olabilmeliyiz. Yoksa her şeyden kesilen nasibimiz insanlıktan da kesilirse işimiz tamamen biter. Yaşam boş gelir, hayat zevksiz. Ne acı değil mi?