Birçoğumuz gibi günlük hayatta işlerimiz malum yoğun, çok çeşitli hukuki konularla beynimiz yoruluyor. Zaman zaman bu tür anı, gezi, mesleki anılar ve bilgilendirmeler ile hobi bazında yazdığımız yazılar ve derlemeler bizi dinlendirdiği gibi, gelecek kuşaklara, topluma da anlamlı katkıları olmakta. Konu çocukça gibi gelse de keşke her şey çocukluktaki anılar kadar güzel olsa. Çocukluktaki masumiyet, çocukların, bebeklerin saf ve temiz bakışları ne güzel değil mi?
Baştan belirtmek istiyorum. Bu oyunları ben ve bazı arkadaşlarımın, eşim Günnur Dalkılıç’ın anımsatması ile derledik. Bu oyunların açılımda ve anlatımında geçen uzun zaman nedeniyle yanlışlıklar olabilir. Bu konuda açıklayıcı iletileri şahsıma veya Yeşil Banaz Gazetesi’ne gönderirseniz hemen düzeltmeleri yapalım, katkıda bulunanların da adını anı olarak yazalım.
Banaz’da Tren İstasyonunu güneyinde Samancı-Demirayak ve Mıstıklar lakaplı Bahadır köylü üç arkadaşın yan yana aldığı arazilere kurulu Samancılar Sokak’ta büyüdük. O yıllarda Anaokulu yoktu, Banaz 31 Ağustos İlkokulunda Müdür Şahin Acar iken 1971-1972 eğitim yılından başlamak üzere ilk iki yıl Bilgi Çetin, sonrasında Şenli Yurttaş öğretmenlerimizden aldığımız derslerden sonra Banaz Ortaokulu, İzmir Atatürk Lisesi ve Ankara Hukuk Fakültesi ile şükür bu günlerimize geldik…
İlkokul öğretmenlerim çok sevgili Bilgi Çetin ve Şenli Yurttaş Covid döneminde vefat ettiler, kendilerine Allah’tan rahmet diliyorum. İlkokulda saati ilk öğrenen Özkan Gencer idi. Sınıfta saat yoktu. Özkan Gencer’in o edalı yürüyüşü ile saate bakıp saati öğretmenine disiplinli şekilde söylemesi gözümün önünden gitmez. Sınıf arkadaşlarımdan Kadir Topbaş’ı da rahmetle anıyorum. Güzel gülüşü ile at arabacılığı yapardı. sevecendi. İlkokulda Sadık adlı kalbi delik olduğu için ablası tarafından okula sırtında getirilip götürülen Manav Talip amcanın oğlunu da unutamam. Belki şimdiki imkanlar olsa kurtulurdu ve iyileşirdi, mekanları cennet olsun. Ne zaman kuru akasya dalı görsem yaprağından çokça elime alır, havaya atar, onların dönerek düşmesini izler bu arada rahmetli Sadık’a Fatiha okurum. Sebebi de Sadık sınıfta (henüz 1.veya 2.sınıfta) bu yaprakları atar ders sırasında bile döne döne düşmesine bayılırdı. Çok dramatik gelmiştir bana bu sahne, aklımdan da hiç çıkmaz.
İlkokul öncelerinden başlamak üzere edindiğimiz arkadaşlarımız ile bir ömür boyu arkadaşlıklarımız ve dostluklarımız sürmektedir. Ama en yakın komşumuz Cemal ve Fadime Demirayak’ın oğlu Mehmet Demirayak, Selami Başpınar (222 no.lu, ilkokuldan bu yana “hattat” gibi yazısı olan ve hem asker hem Avukat olan, Kütahya’da yaşayan misafirperver kadim dostum ve arkadaşıma bir gün ofisimdeki tüm görsel yazıları yazdırmak için davet edeceğim), Mustafa Erdoğan, Şerafettin Merter, Ayhan Birgül, Erol Özkan, İsmail İmamoğlu, Erol Şahin, İbrahim Arı, İbrahim Işık, Özkan Gencer, Ramazan Yanar (rahmetli), Ali Fuat Çetin, Müjdat Banaz, Nedim Öztürk, Nafiz Acar (Futbolcu ve fırıncı), Çıtır Mehmet Hanlı, Şeref Özyurt, Mevlana Celalettin Metin, Ruhi, Nizamettin Uygur, Şerafettin Gördesli, İrfan Sayar, Fahrettin Karagür, rahmetli Ahmet Ertuğrul, Mehmet Işık, Serdar Işık, Serdar Ülküeren, At Arabacı Dursun Rahmeti, Yüksel Güneş, Adem Dal, Ali Akçora, Recai Acar, Tahir Altıntuğ, Hulki Özdemir, Bilgin Bahçekapılı, Hüsnü Acar, Serhat Ülküeren, Alaettin Tetik gibi isimlerini aşamalarda ekleyeceğim çok sayıdaki arkadaşlarımızla büyüdük. Anne-babalarının Almanya’da olmasına rağmen çok efendi ve çalışkan olan Nizamettin, Şerafettin ve Fahrettin ile de halen görüşürüz. Almanya’da bizleri çok güzel ağırladılar teşekkür ediyoruz. Bazı arkadaşlarımızın babası memurdu, bankacıydı, tayinle gidince maalesef unutuldu veya zaman zaman anımsanıyor. Sınıflarımız ayrı olan bazı arkadaşlarımızla da daha sonra yakından tanışınca daha da samimi arkadaş olduk Levent Kacar gibi.
Geçtiğimiz haftalarda çocukluktaki oyunlarımız aklıma gelince bir liste yapayım dedim ve arkadaşlardan da yardım istedim. Levent Kacar ve eşi Gülseren hanımdan, İbrahim Işık’tan aldığım destekler çok iyi geldi. Katkılarına teşekkür ediyorum.
Çocukluk oyunlarımız teknolojiden uzaktı, basitti ama çok mutlu oluyorduk. Gelecek kuşaklar için ben de bu küçük derlemeyi yazıya dökmek istedim, bence gelecek kuşaklar için çok ama çok değerli.
Tabi şimdi her yer ev doldu. 1965 yılında ortasından Ankara-İzmir asfaltı geçerek kaderi değişen Banaz ilçesi, siyah-beyaz TV’lerin yeni çıktığı (bu dönemde 1974 ve 1978 Dünya Kupası’nın da etkisi ile Kaleci Mayer, Müller, Maradona da futbol özentimize katkıda bulunmuştur. Kondor ve Mercan Sinemalarının gezici VW Tosbağa (1303) araçların üzeri afişlerle sarılı olur, araçtan yapılan mikrofonlu anonsları ile yankılanan Banaz, 1970’li yıllarda çok daha da küçüktü. 15-20 adet Murat 124 (64 AK 115 ilk aracımız Kavuniçi Murat 124) ve Reno otomobilin ve babamın hastası olduğu Willys Jeeplerin olduğu, 4-5 bin nüfuslu küçük bir ilçe iken yurtdışına işçi göçü, ardından hızla yapılan evler, 4-5 katlı binalar ile kaplansa da bizim çocukluğumuzda boş arazi çoktu.
Oyunlarımızı en çok Orman Dairesi arkasındaki boşlukta, Demirayak ve Samancı ailelerinin boş tarlalarında, Samancılar sokakta, Üzeyir Özdem’in rahmetli annesinin evi ve arsasının doğusu ile tren istasyonu arasındaki “çimenlik” adındaki alanda, hemen yanında sayılabilecek Ambaraltında, şimdiki Anadolu Lisesi boşluğunda, 31 Ağustos ve Şehitler İlkokulu bahçesinde, Eski hastane önündeki futbol sahasında oynayarak çocukluğumuzu geçirdik. Tabi futbol en önde gelen oyundu ama toplar nedense çok değerli ve pahalı idi. Genellikle içinde de şişme top olan topla oynanırdı, daha sonra çıkan plastik toplar da işimizi gördü. Bu plastik topları da genelde Deli Mehmet amcamız satardı (Mehmet Erkalan). Bu arada Deli Mehmet amcamız Malatya Darendeli, kalender, çalışkan, prensipli, sert görünümlü, bazı düğünlerde eline mendili alarak iri cüssesi ile tek başına halay çekebilen ve düğüne değer katan medeni bir kişiydi. Sırf pazarlık edenleri sevmediği ve prensipli olduğu için “Deli Mehmet” lakabı takılmıştı, Allah rahmet eylesin, oğlu Alaettin Erkalan abiyi de sevgiyle selamlıyorum…
ŞİMDİ SIRA GELDİ ÇOCUKLUK OYUNLARIMIZA;
TOP OLDUĞU BİLE ŞÜPHELİ PATLAK VEYA PALABIYIK TARAFINDAN YAMANMIŞ TOPLA FUTBOL;
Palabıyık! Banaz Başaran caddesinde Simav’lı bir ayakkabı tamircisi idi. Değişik bir ses tonu ve sakin bir yapısı vardı ama saç sakal karışık, virane bir yaşamı vardı, bizleri anlar ve toplarımızı tamir ederdi. Başaran caddesindeki küçük ve dağınık dükkanında yatar, dükkanda yer içer, mesleğini yapar, gevrek ve ilginç konuşmaları ile Türk Filmlerindeki gibi bir iz bıraktı bizlerde. Aslında saç, sakal ve bıyıklarının uzunluğundan tipini de kimse kestiremezdi. Yaşlanınca bir defasında belediye saç sakal tıraşı ve banyosu ile ilgilendiği için kesildiğinde çok farklı bir tip karşımıza çıkmıştı. Özellikle evimizin önünün sol kısmında yer alan boş alanda iken akşam ezanı okunur, Merkez Camii imamı rahmetli Mehmet Hoca’nın (Hasan Karagür kardeşimizin babası) o güzel sesini dinlerken top oynardık. Ancak bir yandan da annemin bağırışı ve eve çağırması ile oyunları bırakmak istemesek de korkumuzdan artık eve dönmek zorunda kalırdık. Bundan birkaç yıl önce yıkılan hükümet binasının arkasında oynayan bir keresinde iki, bir defasında da üç çocuğa çaycı Kahraman Gencer kanalı ile top alıp hediye etmiştim. Biri rahmetli arkadaşımız Adem Urhan’ın oğlu imiş, çok duygulandım ama bilinç altında o günlerdeki eziklikler var elbette. “Biz oynayamadık siz oynayın” dercesine futbol topu en çok hediye ettiğim objedir.
YAMYAM ŞÜKRÜ’DE DEMİR TEKERLİ BİSİKLETE BİNMEK
Bisiklet tamircisi ve bisikletleri 50 metre kadar Merkez Camiine doğru bir parkur olan yolda kiraya veren Yamyam Şükrü’nün dükkanı Jandarma arkasındaydı. Şimdiki Esnaf Kefalet Kooperatifi binası altında eski bir dükkan idi. 3 tekerli veya 2 tekerli ve çoğu eski, asla şişme lastiği olmayan, kösele veya araba lastiğinin janta yapıştırılmış tekerleri olan takır takır ses çıkaran, konforun sıfır olduğu bisikletlere nedense para verip biz ve biz gibi tüm çocuklar da binerdi. Bıyıkları ve derinden gelen ses tonundan herkes korktuğu için de Yamyam Şükrü olarak anılırdı. Babam Soydan Dalkılıç, 3 tekerlekli bisikleti 3-4 yaşlarındayken almıştı. Sonradan da ortaokulda Pinokyo bisiklet almıştı. Arkadaşlarım çok beğenirdi, çok pratik bir bisikletti. Araç trafiğinin olmadığı Banaz’da ve patika yollarda bisiklete binmek, bazen Evrendede veya Hamamboğazı’na gitmek çok heyecan vericiyi.
ATÇILIK
Mehmet Demirayak büyüdü, Kara Harp Okulu’nu bitirdi ve subay oldu. Yakın zamanda da başarılı bir askerlik sürecinden sonra Albay iken emekli oldu. Evlerinin arka bahçesinde ve okul bahçesinde oynadığımız bu oyunda Mehmet At kullanan birisi, biz at olurduk. Mehmet siyah okul önlüğünün arkasındaki kuşaktan tutardı, biz at gibi sekerek koşardık, çok komik bir sahnedir bu oyun.
ÇAMURDAN HAMAM VEYA KALIP YAPMAK
Bu oyun da Banaz’ın veya Ulubey’in (zira bu oyunu eşim Günnur hanım anımsattı ve onun da çocukluğu Ulubey ilçesinde geçmişti) tozlu ve çamurlu sokaklarında çok oynanırdı. O dönemlerde asfalt ve parke taş olmadığı için yağmurda akıl almaz çamur olur, kuruduğunda yaz aylarında da oluşan toz toplanarak üzerine su dökülerek sanki yumurtanın yarısı gibi kalıplar oluşur, sertleşen bu torak kalıplarla hamam, küçük ev gibi objeler yapılırdı. Esasen tozun kaynağı günde yüzlerce Malakların Kiremit fabrikasına toprak taşıyan kamyonlardı. Eve geldiğimizde de paçalarımız balçık gibi acayip çamur olurdu. Çocukken gerçekten iklim daha sertti. Yağmur çok yağardı, kar yağdığında belimize kadar geldiğini çok gördük. Naylon ayakkabılar ve naylon çizmelerimiz çok ıslak eve gelir, mosmor ayaklarımızı sobada çok ısıtırdık.
ÇEMBER
Çember demirden yapılan, 2 cm enindeki çemberin arkasına itici bir demir 1 metrelik çubukla itilmesi ve çıkardığı ses ile oynanan oyun veya etkinliktir. Çemberin o dönüşü, çıkardığı ses çok dinlendirir ve konsantre eder kişiyi. Bunu söylediğimde sağolsun babası ve kendisi artık yok olmaya yüz tutmuş olan çok değerli ve yaratıcı sıcak demircilik mesleği olan Erol Şahin arkadaşım bana hediye olarak çember ve itici çubuğu gönderdi. Büromdaki en güzel köşede asılıdır, tekrar sevgili Erol’a teşekkür ediyorum.
HARPÇİLİK
Mehmet Demirayak’tan çok bahsedeceğiz, zira en yakın komşum, aramızda 3 gün var, en yoğun çocukluğumuzu yaşadığım kişi. Ağabeyleri İsmet ve Kemal, hep imrendiğim kardeşlikleri ve ağabeylikleri yaptılar. Ailesinde Cemal amcanın reisliğindeki nüktedanlık, disiplin ve sevecenlik karışımı çok hoştu. Mehmet, çocukluğundan bu yana hep savaş oyunları oynar; Tom Brax, Yüzbaşı Volkan, Tommix ve Texas gibi çizgi romanlarını eksiksiz okurdu. Elinde plastik tabanca, su tabancası, plastik tüfekle büyüdü, malum sonradan Kara Harp Okulunu bitirdi ve Albaylıktan emekli oldu.
OKÇULUK
Bu oyunda düzgün dal çubuklara gazoz kapağından yapılan sivriltilmiş uçlar takılır ve ok-yay ile hedefe atılır, en güzel ok-yayı Nafi abimiz ve şimdi yurtdışında olan Metin abimiz vardı, onlar yapardı. Aslında çok tehlikeliydi. Yine Mehmet Demirayak hedefi en iyi tutturandı. Bu oyunlar genelde Cemal amcanın arka bahçede oynanır, 2 bin M2 kadar büyük olan bu alanda Ulu kavak ağacının altında bulunan fırında rahmetli Fatma teyzenin, annemin, Fadime teyzenin ve Munise ablanın yaptığı pırasalı, ıspanaklı, sade köy pideleri ve üzerinde tüten dumanlarıyla unutulmazdı. Hepsini rahmetle anıyorum, sağ olanlara da uzun ömürler dilerim…
BEŞ TAŞ
Bu oyun avuca sığacak kadar büyüklükteki beş tane küçük taşın masa üzerinde ele sürtülerek konulmasıyla oynanırdı. Taşlar ardı ardına birer, ikişer, üçer, dörder, beşer yukarı avuçla atılır, kapılır, tekrar masaya konulurdu.
BIÇAK ATMA
Bu oyun 1970'li yıllarda her tarafın çimenlerle kaplı olduğu zamanlarda çakı bıçağının baştan ters, kulaktan, çaprazdan, burundan atılarak çimene saplanarak oynanırdı. Çakı bıçağının bazen saplandığındaki titremeleri aklımdan gitmez.
MEDDEĞNEK - ÇELİKÇOMAK
Bu oyunu en iyi anımsayan ve anlatan, yazıya katkı yapan değerli dostum Levent Kacar ve eşi Gülseren hanım. Birkaç cm. derinlikte kazılan çukur üzerine konulan 25-30 cm. kadar düz bir meşe dalı, yine 1 metre kadar uzunluktaki sopa ile ileriye havaya fırlatılır ve karşıdaki düşürene kadar devam eder.
ÇİVİLİ TAHTADA DEMİR PARA
Et tahtası gibi dikdörtgen bir tahta üzerine çakılan ve sanki futbol maçındaki oyuncuların bulunduğu izlenimi veren küçük çiviler arasından 25 kuruşlukların elin tırnak kısmı ile itilmesiyle oynanır ve sonuca ulaşan kazanırdı.
YAKAN TOP
Bu oyunda iki takım olur, birisi ortaya çıkar, iki yakadan bir o yana bir bu yana gelen oyuncu vurularak top değdiğinde puan alınan bir oyundu.
DOKUZ KİREMİT
Bu oyunda top ve 9 adet kırık kiremit parçası olup kiremitler üst üste dizilir, top üzerine yuvarlanarak vurulur, kiremitler yere dağılır, bu arada karşı takım kiremitleri yeniden üst üste koymaya çalışırdı.
KAZIK
Bu oyun oyunların hasıydı bana göre, tam Yörük oyunuydu. Bu oyunu Yörük komşularımızdan öğrenmiştik. Cemal Demirayak amcanın (Mehmet'in babası) evinin arkasındaki boş arazide top oynardık. Şimdi,kazık oyununu da Alaettin, Mevlüt (rahmetli oldu), Nizamettin, Nazmi ağabeyler var iken oynardık. Meşe odununu sivriltir, bunları sertçe daha önceki atışta yere sertçe sokulmuş olan diğer oduna vurarak, yorulana kadar ve o sopa devrilene kadar oynanırdı. Bu tür oyunların oynanacağı mahaller artık inşaatlarla doldu.
SAKLAMBAÇ
Bu oyun malum halen de oynanan evrensel bir oyun olup sobe ile biter.
YÜZÜK SAKLAMA
Evdeki tülbentlerin altına yüzük saklanıp bulmayı tahmin etmekle beş-altı oyuncunun daire oluşturması ile oynanırdı.
MİSKET (MILYE )
Günde 15-20 saat beraber oynadığımız Mehmet Demirayak'ın en sevdiği ve başarılı olduğu oyundu. Müthiş nişancıydı, kendine özgü sertçe kaşını kaldırarak bir bakış yapar, konsantre olur ve bilyeleri tek atışla vururdu. O cam bilyelerin rengi ve içindeki desenler ne güzeldi, bence tasarım harikalarıydı, halen de Uşak’ta Atom Kemal’de çok satılan bilye gördüm mü satın alırım, anılarımı tazelerim...
ALT ÜST
Bu da Mehmet'in en sevdiği oyunlardan biriydi. Hepimizi üterdi. Hepimiz de bulunan sakızlardan çıkan efsane bakışlı futbolcuların resminin basılı olduğu (arkası fotoğraf) kartların kazanılması amaçlanırdı. Ben en çok Yasin ve Gökmen Özdenak'ın fotoğraflarını severdim, hele Yasin'in eldivenli kaleci fotoğrafı ile haşmeti gözümden gitmez.
KİRMAN VEYA TOPAÇ
Bu oyun çok güzeldir, dinlendirir. Halen dahi satılan, oynanan bir oyun olup onun dönüşü, uğunması, ha düştü, ha düşecek havası ile en uzun süre döndüren kazanırdı. Halen de çok sevilen ve bazı yerlerde yarışmaları yapılan bu topaç veya kirmanların çevresine sıkı sıkı dolanan ipler sert bir şekilde tersine bırakıldığında dönmeye başlar ve yerde bazen dakikalarca döner de döner. Çok zevklidir dönüşü ve sonunda yuvarlanarak düşüşünü izlemek.
KÖREBE
Bu oyun da evrenseldir, halen oynanır. Göze bağlanan bez ile görmez hale gelen ebe, çevresine yaklaşan arkadaşlarını yakalamaya çalışır.
LAK-LAK
3 sert yuvarlak yumurtadan küçük plastik topun bağlı olduğu ipler orta parmağa geçirilir ve şak-şak şak diye müthiş ses çıkarırdı, betona vurulurdu.
İP ATLAMA
Bu oyun da evrenseldir ve halen oynanır. İki kişi ipleri tutar ve insan boyunda yukarıdan geçerek ortadaki iki ayağı ile sekerek yorulana kadar ip atlanır. Bazen ip atlamaya aynı anda ikinci, hatta üçüncü kişi girer, bazen ip çok hızlı çevrilmeye başlanır ve inanılmaz hızla atlanırdı.
SALYANGOZ TOPLAMA
Evimiz Tren İstasyonu’nun güneyinde, yeşillik ve düz bir alanda idi. Rahmetli dedemin çocuklarına verdiği 2'şer bin m2'lik arsalara yapılan evlere komşu evler genelde Yörüklerdi ve oğulları Mevlüt, Alaettin bizi sabah 05.00’de uyandırır, elimize aldığımız naylon poşetlerle özellikle 500 metre, 1 km. kadar arkada bulunan Banaz Çayı’na doğru tarla sınırlarına döşenmiş olan küçük sınır taşları (harım denirdi) kaldırıldığında, özellikle yağmur yağdıktan sonra çoğalan salyangozları toplar ve çocuklukta iyi denilecek para kazanırdık.
Harçlığımızı böylece çıkarırdık, belki de ilk kazandığımız paralar bunlardı.
LANGIRT
Bu da ilginç bir oyunu olup futbol maçının masaya dökülmüş hali şeklinde 6'şar plastik küçük top ile oynanırdı.
SESSİZ SİNEMA
Halen de oynanan bu oyun ile karşıdakine bazı objeler işaret ile tarif edilir ve karşıdan bilinmesi istenirdi.
BASKETBOL (İBRAHİM IŞIK İLE TANIŞMAM)
Basketbol potası şimdi yıkılan Banaz Anadolu Lisesi, bizim zamanımızdaki Banaz Lisesi’nin Uşak tarafında idi. Bir gün İbrahim geldi, ilginç yüksek seslerle potaya bir basket attı ki unutulmazdı. O an ilk tanışmamızdır İbrahim ile. Aslında çok gıcık olmuştum, potaya tek atışla topu potadan geçirmesine yüksek sesle ilginç gülüşlerine ama aynı gün arkadaş olduk, büyüdük. İbrahim Ateşe oldu hatta İspanya’nın başkenti Madrid’te görev yaparken beni, eşim Günnur hanımı ve kızım Gülgün’ü davet etti. Bir hafta Florida North adlı otelde konakladık. Bize VW Polo aracıyla her tarafı, Real Madrid takımı kokan Madrid ve çevresini, Toledo’yu çok dolu yaşattı, gezdirdi. Paellalar yedirdi, Barnebau Stadı’na götürdü, tekrar teşekkür ediyorum; Filipinler’de, Belçika’da, Etiyopya’da, İran’da, İspanya’da, Kosova’da Yunanistan’da görev yapan ve konsolos olarak emekli olan, 7-8 dil bilen arkadaşıma,…
ÇOCUKLUĞUN BİTİŞİ VE GENÇLİKTE MODA TAVLA VE BİLARDO
King, okey, 1970 ve 1980’li yıllarda bilardo masaları ve salonları çok meşhurdu. Gaşıgüzel, Ruhi Tok, Sarı Mehmet, Marangoz Gündüz Banaz, Simitçinin oğlu adını anımsayamadığım abimiz gibi ustaları seyrederek büyüdük. Oyun esnasında çıt çıkmaz, çaylar gelirdi. Genelde Başaran abi veya Ahmet Bozkaya’nın kahvehanesinde çok dişli maçlar olurdu. Biz seyrederek öğrendik bilardoyu. Ayrıca Başaran’ın kahvede king, okey gibi oyunlar çok meşhurdu. Hatta bizim Dörtyol’da Belediye altına açtığımız büfede yaptığımız tostlar çok lezzetli olurdu. Bir sipariş alır 6 tost, 12 tost, 15 tost gibi siparişlerle çok satış yapıldı. Üstadımız rahmetli Mustafa Erdoğan idi. Çok iyi Fenerbahçeli ve çok iyi tavla üstadı idi. Tavlayı genelde Başaran Caddesi’nde İbrahim Işık’ın babası Necati Hoca’nın çay ocağı kahve, otel karışımı dükkanın asmalarının altında oynardık ki muhteşem dinlenirdik. Bu arada efsane Muhtar Ahmet Ünal abimiz ve İçkisiz Köroğlu Lokantası sahibi, aynı zamanda beraber büyüdüğümüz; efendilikleri ile halen dahi örnek insanlar olan arkadaşlarım Şerafettin ve Alaettin Merter’in babası rahmetli Süleyman amca ile eşi rahmetli Emine teyzeyi ve ayak-paça çorbalarını, Ahmet abinin Ünal Pastanesi’ndeki baklava üstüne köy kaymağını da unutamam. İbrahim Işık’ın babası kahveci-otelci Necati amcanın (Hoca lakaplıydı rahmetli) çayları çok güzel olduğu gibi “kolay ederiz” gibi sözleri ile bizleri rahatlatır, müşteriyi parasal olarak da sıkmaz, kahvenin önünde tavla oynarken genel bir ferahlık olurdu. Buruda Muharrem ve Turhan Erdoğan arkadaşlarımı ve Alaettin Kabatepe’yi de unutamayız. Aramız bizden küçük olsa da zaman zaman Avukat Hayri beyin oğlu Mustafa takılır, bizlerin sohbetini çok severdi. Mustafa Erdoğan’ı (King Mustafa) tavlada yenebilen neredeyse yoktu. Koyu Fenerbahçeli olan Mustafa, evin tek çocuğuydu, Musa Dayı ve annesi Eşe teyzeyi de rahmetle anıyorum. Mustafa, tavlada yendiği kişiyi de gizliden gizliye yendiğini hissettirirdi ve çok iyi bir demagogdu. Allah rahmet eylesin ani bir kalp krizinde kaybettik birkaç yıl önce.
ELEKTRİĞİN GELMESİ BEKLENDİĞİ SIRADA GERİYE SAYMA
Çok sık elektrik kesintisi olduğu 1970’li ve 80’li yıllarda karanlıkta beklenir, bu sırada genelde löküs (lüx) denilen küçük tüpteki camlı bir kafaya yerleştirilen bez gömleğin başı yanar veya gaz lambası yanar (ilk yandığında bir görün parlaklığı), bazen de kış ayında kuzineden gelen ışıkla beklendiği sırada artık elektriğin gelmesinin an meselesi sayıldığı sıralarda geriye doğru yılbaşlarında sayıldığı gibi 10, 9, 8..vs geriye doğru söylenir ama çoğu kez tutturulamaz, bazen de sayıldığı sırada gelir ve bu eğlence-gülme konusu olurdu.
EŞEK ATLAMA (İbrahim Işık’ın anımsatması ile)
Sırt yukarıda baş öndeki pozisyon olan bu oyunda koşarak gelinir ve çocukların üstüne iki el konularak atlanır, bacaklar açılarak havalanılır ve ayaklar yere basar.
KİBRİT OYUNU
Bu oyunda bir kutu kibrit masaya gelişigüzel ve dağınık yığıntı şeklinde bırakılır. Bir kibrit çöpü ile diğerleri oynatılmadan düşürülmeye çalışılır. (Bu arada kibrit kutusu üzerindeki “Vasati 40 çöp” yazısı da aklımdan çıkmaz.
MASA TENİSİ
Çocuk yaşta ortaokulda evin bahçesine masa tenisi yaptırmak bence dönemine göre çok büyük başarı. Raketler sert olsa da çok zevkli masa tenisi maçları çıkarttık.
ÇAMAŞIR İPİNDE VALEYBOL VE ESKİ TENEKELERLE MÜZİK GRUBU KURMA (Hakim Mustafa Erdoğan arkadaşımın anımsatması ile)
.Bu oyunların hiç birinde teknoloji yoktu. Bazen çeşitli tatillerde, otellerde, hatta çevremizde çocukların eline tutuşturulan tabletlere kendisini kapatmış çocuklara bakıp üzülüyorum ama onların çağı da böyle herhalde. Sizce hangisi güzel dersiniz? Sokakta, toprakta, çimenliklerde samimi olarak oynanan oyunlar mı, yoksa tabletle, sanal bir alemle başbaşa geçirilen saatler mi? Katkılarınızı, yorumlarınızı bekliyorum.
Bu yazı vesilesi ile bugün birinci vefat yıldönümü olan annem Gülsen Dalkılıç’ı hasret ve sevgiyle anıyorum, mekanı cennet olsun, derin saygılarımla…
Perşembe, 20.02.2025