Bu ay Ekim ayı, yılın onuncu ayı bu ay. Aslında bereket dolu bir aydır. Çiftçimizin yüzünü güldürecek ve dolu dolu ürünler kazandıracak tohumlar bu ayda toprağa düşer. Temel hububat ürünümüz buğday için en geçerli zamandır. Havaların hafif hafif soğumaya başladığı, yağışların cisil cisil toprağa düştüğü bu günlerde tava gelen toprak ile tohumlar bu ayda buluşurlar. Kuruya mı ekeceğiz yaşa mı ekeceğiz derken her sabah toprağı avuçlayıp tava gelmiş mi diye bakarak en uygun zamanı yakalayan çiftçimiz önce kendini sonra dünyayı doyuracak buğdayı üretmek için pulluğun ardına düşerek ekimi gerçekleştirir.
Kendi adıma neredeyse 25 yıla yakın yaşadığım köy yaşantımda bunları devamlı yaşadım, onların dertlenişlerine, çilelerine şahitlik ettim. Her ne kadar ATATÜRK’ün “Köylü milletin efendisidir” sözü onları yüceltmek, onlara saygı duymak ve onure etmek olarak nitelendirilse de aslında benim düşünüşüme göre köylü milletin işçisidir.
Yaptığı çiftçilik gereği köylülerimiz şehirliyi beslemek için çabalıyor. Onların yıl boyu çalışmalarını gözlemleseniz, yevmiyelerinin üç kuruşa geldiğini açık seçik görebilişiniz. Yorgunluk desen, yıl boyu, dert desen yıl boyu, rezillik desen yıl boyu sürer.
Mevsim ve yağışlar o yıl tasarlanan iklim koşullarında geçerse, ürünü pazarda para ederse, eline hayal ettiğinden fazla para geçerse yüzündeki gülümsemeyi belli belirsiz hissedebilirsiniz. Ama en çok izlediğim de onların “şükürcü” olmasıdır, kanaatkâr olmasıdır, elindekiyle yetinmesidir.
Köylünün en büyük özelliklerinden biri de yaşanacak hava koşullarını geçmiş yılların deneyimlerine dayanarak önceden kavrayabilmesidir. Her ne kadar hava tahmincileri günler öncesinden havaların nasıl olacağını elindeki verilere ve aletlerin verdiği donelere göre tahmin etseler de, onların tecrübeleri daha önemli ve gerçeğe daha yakındır.
Şimdilerde pek şahit olmasam da geçmişte görev yaptığım bir köyde havaların kurak gitmesi nedeniyle çevre köylerle birlikte bir yağmur duası düzenlenmişti. Aslında bereket duası denilen bu organizasyonda, köy meydanına kazanlar kurulmuş, hayvanlar kesilmiş yüzlerce insanı doyuracak yemekler yapılmış ve sonrasında “DUA”lar edilmişti. Mayıs ayı sonlarında yapılan bu etkinlik sonrasında aradan birkaç saat geçince öyle bir yağmur yağmıştı ki; anlatamam. Sanki gök yarılmış olanca suyu yeryüzüne bırakmıştı. Sonrasında görev alan birkaç kişi çuvallara taş doldurarak derenin başlangıcına götürüp bırakmışlardı ve akabinde yağmur hızını azaltmıştı. Olaya başka açıdan bakanlar da “hocam ne dua etmişsin, neredeyse sel gelecekti” diyerek küçük şakacıklar yapmışlardı. Hiç aklımdan çıkmıyor bu durum..
Şöyle bir hikayeden söz edilirdi. Çiftçi iki kızını ayrı meslekten damatlarla evlendirmişti. Uzak illerde bulunan bu evlatları merak eden anne “adam şu çocuklara bir bak gel bakalım nasıllar, iyiler mi, dertleri tasaları var mı, mutlular mı?”... Çocuklarını ziyaretten dönen baba eşine duyduklarını, gördüklerini anlatmış.. Hanım, çocuklardan birisinin durumu kötü olacak ama hangisi bilemiyorum. Zira biri kiremitçi, biri de çiftçiymiş… Yağmurlar güzel yağarsa çiftçi, yağış olmazsa kiremitçi bol para kazanacakmış...
Şimdilerde mevsimlerde birbirine karıştı. Kışın güneşli günleri görmek, yazın ise dolu, kar yağışını görmek pek olağan dışı değil. Yaşanan sel felaketleri, hortumlar, aşırı fırtınalar da artık ülkemizde görülebilmektedir. Tabiatın dengesini biz İNSANOĞLU bozduk aslında. Doğanın içine ettik kısacası. Yapay yağmurlar yağdırdık, suni göletler oluşturduk. Çocukluğun BANAZ’ını anımsıyorum. Şırıl şırıl akan bir çayımızdan başka küçük derecikler bulunmaktaydı. Ama şimdilerde neredeyse her köyde bir gölet var. Tarıma yararlıysa hadi bir nebze evet diyelim ama tabiatın dengesini bozuyorsa doğru mu değil mi bilemiyorum. Manzara çok hoş, temaşa güzel. Getirisi ile götürüsünü enine boyuna düşünmek irdelemek gerek. Elbette bu konuyu da uzmanlar araştırıp karar verecekler.
Ekim ayından söz ederken bir de 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü”nü anımsatmak isterim. Aslında Başöğretmen ATATÜRK’ün millet mekteplerini açtığı gün olan 24 Kasım ülkemizde 1981 yılından bu yana ÖĞRETMENLER GÜNÜ olarak kutlanmaktadır. Sonrasında UNESCO’nun tavsiyesiyle 5 Ekim DÜNYA ÖĞRETMENLER günü olarak kabul edilmiş ve 1994 yılından sonra da kutlanagelmektedir. Doğrusu öğretmenlerimizin bu özel günlerini bir gün değil her zaman savunduğum gibi sürekli kutlamak gerek. Diğer özel günlerde anneler-babalar günü gibi günler için bir gün yeterli olmaz dediğim gibi. Yine de tüm öğretmenlerimize yeni öğretim yılında iyi bir ders yılı geçirmelerini dilerim.
Küçük bir hatırlatma da yapmak isterim. Yaşanılan bu olumsuzluklar içerinde ısrarla bir anımsatma yapmadan geçemeye-ceğim. Arzulanmayan kayıplar yaşanmaması adına ne olursunuz sosyal mesafeye dikkat edelim, maske takalım ve temizliğe önem verelim. Yüz yüze eğitimi yüzümüze gözümüze bulaştırmayalım. Önce sağlık diyerek, eğitimi de birlikte yaşamaya çalışalım.
Ekim ayı gerçekten güzel ve verimli bir ay. Zira varlığımızın nedenlerinden biri olan CUMHURİYET’te bu ayda yaşamımıza girdi. İnşallah onu da adına yakışır bir şekilde kutlarız.