Benim için tatil oldukça önemlidir. Yıllık tatillerimi de genelde aynı yerlerde yapar, on gün oralarda güneşten gıdamı alır ve zaman zaman da denize girerek yüzme zevkimi köreltmeye çalışırdım. Bu kez eşim ve ben planlı ama ortama göre bir gezi ve tatil yapmak istedim. Yıllardır göremediğim akrabalarımı ziyaret edip gönül almayı amaçladım. Başlangıç noktası olarak da ülkemizin en önemli tarihi yerlerinden biri olan Çanakkale’yi seçtim.
Gidiş geliş yollarını, kaç kilometre yol gideceğimi, nerede ne kadar kalacağımı karakalem yazıp belleğime yerleştirdim. En kısa ve en tenha yolları seçmeye çalıştım. “Vira bismillah” deyip yola koyuldum.
Yollarda oranın özelliklerini ve güzelliklerini izlemeye özen gösteriyordum. Kırkağaç’tan geçerken aklıma ilk kavun geldi ama ne var ki yol kenarlarında kavun satıcılarına rastlamadım. Akhisar’da Kırkağaç kavunu.. Ona da rağbet etmedim. Çünkü Kırkağaç önemliydi, olmadı. Derken Ayvalık tarafına doğru ulaştığımda öğle vakti olmuştu.
“Şurada Ayvalık tostu yesek olur mu acaba” dedim. Karar verdiğimizde bir dinlenme tesisine girip bu isteğimizi yerine getirmek istedik. Öncesinde karadut içmiştik. Satıcıya sorduk “en güzel Ayvalık tostunu nerede yeriz” diye. “Abi şehir içine girin bu yollardakiler işi pek bilmiyorlar" demesine rağmen biz yine dinlenme tesisini seçtik. Garsona tost yiyeceğimizi beyan ettik. Hemen geldi ilk etapta kokusu bunumuzun direklerine kadar işlemiş olmalı ki içecekleri beklemeden saldırdık. O da ne Ayvalık tostunda sucuk yerine sosis konmuş. Isırmış olduk bir kere, bırakamadık. Garson geldiğinde "evlat hani sucuk?” dedik... “Abi sucuk pahalı oluyor, az koysan müşteri doymuyor, çok koysan bize zarar.. En iyisi sosis dedik ve bolca koyuyoruz, beğenmediniz mi?" dedi.. Beğenmiştik ama bunu bizim oralarda yapsalar insanlar sahte diye yemezler.. Neyse karnımızı biraz kabalayıp doyurmuştuk.
Sonra Çanakkale’ye ulaştık. Kardeşimin oğlu buraya yerleşmişti. Şehrin dış kenarlarında bir eve ulaştık. O kadar sıcağa rağmen esen rüzgar bizi epey rahatlatmıştı. Buranın adı “Esentepe” idi. Ertesi gün 50 yıllık okul arkadaşımla buluştum. Gün batımında Çanakkale silüetli bir akşam yemeği, enfes... Sonra kordon turu derken, Güzelyalı’da motorcuların yıllık buluşma toplantısı varmış; hazırlıklarını izledik.. Ne güzel.. Yurdun dört bir yanından motor tutkunları Çanakkale’de buluşuyordu. Üç günlük kamp ile dostluklar pekişiyor, bilgiler paylaşılıyordu.
Oradan adını çok duyduğum ancak ilk kez gördüğüm Sarımsaklı’ya uğruyoruz. Güneşin alnımıza vuran sıcaklığı ve koşarak atladığımız deniz dengeyi sağlıyor. O da ne adım atacak yer yok. İnsanlar omuz omuza, diz dize. Ama en güzeli kimse kimseyi kıskanmıyor ve atlıyoruz denize.
Sonraki durağımız Selçuk. Herkes evlere tıkılmış adeta klimanın esiri olmuş. Gülüyorum;
- “Bizim kışın kömüre harcadığımızı siz yazın klimalara veriyorsunuz”..
- “Doğru!” diyorlar. Sabah kahvaltısı için Şirince’deyiz. Dağa tırmanıyoruz, çamları gördükçe içim açılıyor. “Oh!” diyorum ne güzel efil efil esiyordur şimdi Şirince... Neredeee. Dağın tepesinde de kavruluyoruz. Enfes bir kahvaltı ve kumda kahve.. Gayet güzel.. ama güzel olmayan şeyler Şirince’yi güzelliklerden uzaklaştırmış. Üreten pişman. “Kadrimiz bilinmiyor” diyorlar. Şirince’de derince dertler var. 40 yıldır kâra geçemedik diyor çiftçi. Eniğimiz çocuğumuz bütün yıl çalışıyoruz; yine garibiz, yine fakiriz. Bakmayın buranın şu andaki kalabalığına.. Artık onlar da bizden bir şey almıyorlar. bir teyze elinde örgüsü turistik eşyalar üretiyor. “Ne kazanıyorsun?” diyorum, omuzunu çekiyor. “İnanın karnımızı zor doyuruyoruz”..
Çınaraltında iki Şirinceli. Uzaklara derin derin bakıyorlar. Omuzuna dürtüp,
- “Amca” diyorum.. irkiliyor..
- “Buyur evlat” dedi birisi..
- “Ne yapıyorsunuz, nasılsınız” dedim. Baktı.. baktı.. baktı..
- “Nasıl olduğumuzu göremiyor musun?”... Ben de birden irkildim..
- “Sizin mutlu olduğunuzu sanıyordum”.. “Ne gezeerrr” dediler.
- “Üretiyoruz ama değeri yok bizim 8-10 liraya verdiğimiz şeftali pazarda oluyor 40-50 lira. Asıl parayı onlar kazanıyor, çilesini biz çekiyoruz. Ne yapalım?”..
- “Ne yapmalısınız, ürettiklerinizi en iyi şekilde siz değerlendirme-lisiniz”..
- “Nasıl yapabiliriz.. biz cahal insanlarız” diyorlar..
- “Bakın Şirince diye bir köyünüz var. Her gün binlerce insan buraya geliyor.. Belli bir para veriyor.. Aslında ben sizleri kıskanıyorum”.. Ama gerçek şu ki; onlarda bulundukları durumdan mutlu değiller.
Anlaşılan birileri mutlu değil. Bu sayı yurdumuzun bir çok bölgesinde böyle. Evet mutlu bir kesim var. Onların işleri tıkırında ama asıl motor arızalı galiba.. Ona bir çare bulmak gerekiyor. Şirince’de imarsızlık varmış. Anıtlar kurulu bir şeyler yapmak istiyormuş. Yılların Şirince’sini üzmüş biraz sanırım. Konuyu tamda anlatamadıkları içim mi desem yoksa ben mi tam anlayamadım doğru gitmeyen bir şeyler Şirince’nin şirinliğine ket vurmaktaymış.. Matematik köyünün varlığı birilerini rahatsız etmiş.
Yolumuz oradan Didim’e ulaşıyor. Sıcaklık o kadar üst düzeydeki sormayın.. Bir de ara sıra sallanmalar Didim’i de yaşanır olmaktan çıkarmış gibi. Ama yıllar öncesine göre artık her adımda bir İngiliz yok.. Sanırım onlar da usanmışlar, bıkmışlar. Ve yıllar öncesi aldıkları evleri yavaş yavaş satıp ülkelerine dönmek istemişler. Açıkçası benim yıllar önce yazdığım “İngiliz Didim” şimdilerde biraz bizleşmiş..
Size gezerken gördüklerimi kısaca anlatmak istedim.. Güzelliklerini alın, yanlışları atın. Olmaz mı?...