Hatay escort Sex hikayeleri Sikiş hikayeleri porno ize

A. Erkin Sarıoğlu
Köşe Yazarı
A. Erkin Sarıoğlu
 

KURAKLIK

Günümüzün hatta geleceğimizin en büyük problemlerinden biridir KURAKLIK. Zira küresel ısınma dünyamızı tehdit etmeye ve zamanla buzulların eriyeceği, sonrasında da meydana gelen ısınma ile yaşamanın güçleşeceği; daha doğrusu dünyanın yok olacağı zamanlara doğru hızla yol almaktayız. Ve bizler de dünyayı böyle HOR kullanmaya devam ettikçe küresel ısınmayı hızlandırıp kısa sürede yok olma yoluna gittiğimiz aşikârdır. Şöyle biraz geçmiş yıllara dönerek hafızalarınızı zorlayacağım. Banazımız küçük ama şirin bir kasabadır. İnsanları sevecen, cana yakın, çalışkandır. (Arada bir çıkan çatlak seslere kulak vermeyin). Burada herkesin birbirini gayet iyi tanıdığı, ahbap çavuş ilişkilerinin gayet güzel olduğu, dostlukların önde tutulduğu günlerde ilçenin gençleri olarak akşam Dörtyol’da toplanır fıkralar anlatır, oradan buradan konuşur, şartlara göre kendi aramızda eğlenerek vakitlerimizi değerlendirirdik. İki sinemamız vardı. KONDOR SİNEMASI ve MERCAN SİNEMASI. Bu sinemalarda filmler haftalık değişirdi. Sinema, o günlerin biraz masraflı eğlencelerinden biriydi. O sebeple sık değil de ara sıra tercih ederdik sinemayı. Ama zaten karlı tufanlı kış gecelerinin en güzel eğlencesi karın zevkini çıkarmaktı. O günlerde neredeyse yarım metreyi bulan kar yağışlarında kartopu oynamak, kızak kaymak en zevkli aktivitelerimizdendi. Dörtyol’dan Başaran Caddesi’ne aşağı doğru oluşturulan kayak pistimiz gece yarılarına kadar zamanımızı geçirdiğimiz alan idi. Kimi düşer kimi yuvarlanır, kimileri parkuru en uzun kayabilmek için değişik varyasyonlar denerlerdi. Sonra kalabalık halde ilçemizi dolaşır, düzgün zeminlerde kar üzerinde boy verirdik... Gecenin geç saatlerine kadar harala gürele arada bir kartopu oynayarak asfaltta yürürken bir kamyon yanaştı ve durdu. Aracın üzeri yarım metre kar. Yolda ne çizgi belli ne de güzergah. Şöfor; “gençler ben neredeyim, Dumlu rampasını geçtim mi acaba..” dedi. Biz de hep birlikte “Ooooo! çoktan geçmişsin” dedik. Şöfor; “vay be, vallahi fark edemedim, her yer bembeyaz”. “Amca yaklaşık 10-15 km sonra bir rampa daha gelecek oraya da dikkat et” deyip yolcu ettik kamyoncu amcayı.. Burada üzerine basa basa anlatmak istediğim, aktardığım bu anı 1972-73 yıllarında olmuştu. Yani anlayacağınız o yıllarda buralara yarım metre civarında kar yağardı. Aylarca bembeyaz gelinliğini giymiş topraklar içerisinde barındırdığı ekinleri evi yapardı.. Son yıllarda akşamdan yağan kar neredeyse sabaha ulaşmıyor. Yarım metreyi bırakın toprağı beyazlatsa mutlanacağız. Bizler böyle metrelerce yağmış karları sadece Murat Dağı’nın üst kısımlarında uzaktan seyredebiliyoruz. “Neredennnn nereye!” işte budur. İşte bu küresel ısınmanın emareleridir. Bu durum bıçak gibi gelip kesmediğinden yavaş yavaş geldikçe bizler de işi ciddiye almıyor ve sonumuzu adeta kendimiz hazırlıyoruz. Anımsayabildiğim kadarıyla bizler korkunç kuraklık yaşamadık. Yaşlılardan duyduğum kadarıyla geçmiş yıllarda uzun süreli kuraklıklar yaşanmış. Ve haliyle istenilen rekoltede ürün olmadığından açlık ve yoksulluk oldukça sert yaşanmış. Bizler de bu zorlukları yaşamamak adına bu günden önemli tedbirleri almak ve geleceği yani çocuklarımızı yani torunlarımızı düşünmek zorunda olduğumuzu bilelim derim. Yağmur duası. İnanan inanır inanmayan kendi bilir. Ben daha önce duymuş olmama rağmen hiç yağmur duası görmemiştim. Çorum’un bir köyünde çalışıyordum. Nisan, mayıs derken hiç yağmur yağmamıştı. Toprak çatır çatır çatlamış, ekinler kurumaya yüz tutmuştu. Köylüler sık sık toplanıp “yağmur duası yapalım” derlerdi. Köy odasında bir komite oluşturuldu ve çalışmalar başladı. Ben de görev aldım. Organizeye maddi olanak hazırlamak gerekiyordu. Her haneden gücüne göre buğday, arpa, mısır topladık. Toplanan bu ürünleri şehre götürüp değerlendirdik ve hazırladığımız listeye göre yağ, şeker, un ve gerekli tüm malzemeleri temine ederek köye döndük. Sonra çevre köylere haber salarak falanca gün yağmur duası, bereket duası yapacağımızı duyurduk. Perşembe öğle sonu başlamak üzere hazırlıklar dört koldan yapıldı. Kazanlar kuruldu, keşkekler dövüldü, helva çekildi. Siniler, sofralar hazırlandı. Ekmekler yapıldı. Her şey hazırdı. Misafirler sabahtan toplanmaya başladı. Öğle zamanı oldukça mahşeri bir kalabalık birkaç imam eşliğinde namaz kılarak ve yağmur-bereket duası yaptık. Aradan yarım saat, bilemediniz bir saat geçmişti ki gökyüzü kararmaya başladı. Millette oldukça belirgin bir sevinç gözlemleniyordu. Havaya bakarak şu taraftan gelecek dediler. İnanın ya da inanmayın öyle bir yağmur yağdı ki; tarif edemem. Sel seli götürüyor.. Birçok insan sevinç çığlıkları atarken bazı yaşlılar ise tedirgin oldular. Bu yağış fazla. “Hemen üç beş genci toplayıp tez gidin ve bilmem kaç bin çiğil toplayıp şu dereye atın gelin” dediler. Gençler kısa sürede görevi tamamlamışlardı ve yağmur hızını biraz kesti. Bu anlattığım kimilerine tevtür gelse de benim için birebir yaşanmış ve hayatımda ilk karşılaştığım yağmur-bereket duası oldu. O zaman ne diyelim. Ey güzel insanlar; bu dünya bizim. Gelin bu dünyayı yaşanacak halde bırakmak için küçük gayretler içerisinde olalım. Biz yaşadık gidiyoruz kalan ne yaparsa yapsın demeyelim. Biz bu dünyayı dedelerimizden ödünç aldık, çocuklarımıza-torunlarımıza bırakmak için. Üç tarafı denizlerle çevrili bu cennet ülkemizde bir yudum suya muhtaç olmayalım...
Ekleme Tarihi: 28 Haziran 2024 - Cuma

KURAKLIK

Günümüzün hatta geleceğimizin en büyük problemlerinden biridir KURAKLIK. Zira küresel ısınma dünyamızı tehdit etmeye ve zamanla buzulların eriyeceği, sonrasında da meydana gelen ısınma ile yaşamanın güçleşeceği; daha doğrusu dünyanın yok olacağı zamanlara doğru hızla yol almaktayız. Ve bizler de dünyayı böyle HOR kullanmaya devam ettikçe küresel ısınmayı hızlandırıp kısa sürede yok olma yoluna gittiğimiz aşikârdır.
Şöyle biraz geçmiş yıllara dönerek hafızalarınızı zorlayacağım.
Banazımız küçük ama şirin bir kasabadır. İnsanları sevecen, cana yakın, çalışkandır. (Arada bir çıkan çatlak seslere kulak vermeyin). Burada herkesin birbirini gayet iyi tanıdığı, ahbap çavuş ilişkilerinin gayet güzel olduğu, dostlukların önde tutulduğu günlerde ilçenin gençleri olarak akşam Dörtyol’da toplanır fıkralar anlatır, oradan buradan konuşur, şartlara göre kendi aramızda eğlenerek vakitlerimizi değerlendirirdik.
İki sinemamız vardı. KONDOR SİNEMASI ve MERCAN SİNEMASI. Bu sinemalarda filmler haftalık değişirdi. Sinema, o günlerin biraz masraflı eğlencelerinden biriydi. O sebeple sık değil de ara sıra tercih ederdik sinemayı. Ama zaten karlı tufanlı kış gecelerinin en güzel eğlencesi karın zevkini çıkarmaktı.
O günlerde neredeyse yarım metreyi bulan kar yağışlarında kartopu oynamak, kızak kaymak en zevkli aktivitelerimizdendi. Dörtyol’dan Başaran Caddesi’ne aşağı doğru oluşturulan kayak pistimiz gece yarılarına kadar zamanımızı geçirdiğimiz alan idi. Kimi düşer kimi yuvarlanır, kimileri parkuru en uzun kayabilmek için değişik varyasyonlar denerlerdi. Sonra kalabalık halde ilçemizi dolaşır, düzgün zeminlerde kar üzerinde boy verirdik...
Gecenin geç saatlerine kadar harala gürele arada bir kartopu oynayarak asfaltta yürürken bir kamyon yanaştı ve durdu. Aracın üzeri yarım metre kar. Yolda ne çizgi belli ne de güzergah. Şöfor; “gençler ben neredeyim, Dumlu rampasını geçtim mi acaba..” dedi. Biz de hep birlikte “Ooooo! çoktan geçmişsin” dedik. Şöfor; “vay be, vallahi fark edemedim, her yer bembeyaz”. “Amca yaklaşık 10-15 km sonra bir rampa daha gelecek oraya da dikkat et” deyip yolcu ettik kamyoncu amcayı..
Burada üzerine basa basa anlatmak istediğim, aktardığım bu anı 1972-73 yıllarında olmuştu. Yani anlayacağınız o yıllarda buralara yarım metre civarında kar yağardı. Aylarca bembeyaz gelinliğini giymiş topraklar içerisinde barındırdığı ekinleri evi yapardı.. Son yıllarda akşamdan yağan kar neredeyse sabaha ulaşmıyor. Yarım metreyi bırakın toprağı beyazlatsa mutlanacağız.
Bizler böyle metrelerce yağmış karları sadece Murat Dağı’nın üst kısımlarında uzaktan seyredebiliyoruz. “Neredennnn nereye!” işte budur. İşte bu küresel ısınmanın emareleridir. Bu durum bıçak gibi gelip kesmediğinden yavaş yavaş geldikçe bizler de işi ciddiye almıyor ve sonumuzu adeta kendimiz hazırlıyoruz.
Anımsayabildiğim kadarıyla bizler korkunç kuraklık yaşamadık. Yaşlılardan duyduğum kadarıyla geçmiş yıllarda uzun süreli kuraklıklar yaşanmış. Ve haliyle istenilen rekoltede ürün olmadığından açlık ve yoksulluk oldukça sert yaşanmış. Bizler de bu zorlukları yaşamamak adına bu günden önemli tedbirleri almak ve geleceği yani çocuklarımızı yani torunlarımızı düşünmek zorunda olduğumuzu bilelim derim.
Yağmur duası. İnanan inanır inanmayan kendi bilir. Ben daha önce duymuş olmama rağmen hiç yağmur duası görmemiştim.
Çorum’un bir köyünde çalışıyordum. Nisan, mayıs derken hiç yağmur yağmamıştı. Toprak çatır çatır çatlamış, ekinler kurumaya yüz tutmuştu. Köylüler sık sık toplanıp “yağmur duası yapalım” derlerdi. Köy odasında bir komite oluşturuldu ve çalışmalar başladı. Ben de görev aldım. Organizeye maddi olanak hazırlamak gerekiyordu. Her haneden gücüne göre buğday, arpa, mısır topladık. Toplanan bu ürünleri şehre götürüp değerlendirdik ve hazırladığımız listeye göre yağ, şeker, un ve gerekli tüm malzemeleri temine ederek köye döndük. Sonra çevre köylere haber salarak falanca gün yağmur duası, bereket duası yapacağımızı duyurduk.
Perşembe öğle sonu başlamak üzere hazırlıklar dört koldan yapıldı. Kazanlar kuruldu, keşkekler dövüldü, helva çekildi. Siniler, sofralar hazırlandı. Ekmekler yapıldı. Her şey hazırdı. Misafirler sabahtan toplanmaya başladı. Öğle zamanı oldukça mahşeri bir kalabalık birkaç imam eşliğinde namaz kılarak ve yağmur-bereket duası yaptık. Aradan yarım saat, bilemediniz bir saat geçmişti ki gökyüzü kararmaya başladı. Millette oldukça belirgin bir sevinç gözlemleniyordu. Havaya bakarak şu taraftan gelecek dediler. İnanın ya da inanmayın öyle bir yağmur yağdı ki; tarif edemem. Sel seli götürüyor.. Birçok insan sevinç çığlıkları atarken bazı yaşlılar ise tedirgin oldular. Bu yağış fazla. “Hemen üç beş genci toplayıp tez gidin ve bilmem kaç bin çiğil toplayıp şu dereye atın gelin” dediler. Gençler kısa sürede görevi tamamlamışlardı ve yağmur hızını biraz kesti. Bu anlattığım kimilerine tevtür gelse de benim için birebir yaşanmış ve hayatımda ilk karşılaştığım yağmur-bereket duası oldu.
O zaman ne diyelim. Ey güzel insanlar; bu dünya bizim. Gelin bu dünyayı yaşanacak halde bırakmak için küçük gayretler içerisinde olalım. Biz yaşadık gidiyoruz kalan ne yaparsa yapsın demeyelim. Biz bu dünyayı dedelerimizden ödünç aldık, çocuklarımıza-torunlarımıza bırakmak için. Üç tarafı denizlerle çevrili bu cennet ülkemizde bir yudum suya muhtaç olmayalım...
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yesilbanazgazetesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.