Hatay escort Sex hikayeleri Sikiş hikayeleri porno ize

Prof. Dr. Mehmet Akif ERDOĞRU
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Mehmet Akif ERDOĞRU
 

TÜRKİYE’NİN KRONİK HASTALIKLARI: ÖLÜMÜNÜN 45. YILINDA PROF. OSMAN TURAN’I HATIRLAMAK

Türkiye'de sağcı, İslamcı, Türkçü ve milliyetçi kesimin görüşlerine itibar ettiği; sol kesimin ise görüşlerinden hiç haberdar olmadığı kişilerden biri, merhum Prof. Osman Turan'dır (15 Mayıs 1914-1978). Çaykara Soğanlı köyü (eski ismi: Koronas) doğumlu Turan, 64 yıllık ömründe birçok ilmi eserler yazmış, özellikle Anadolu Selçuklu devletinin tarihini birçok yönden aydınlatmıştır. Onun bu çalışmaları halâ geçerliliğini korumaktadır. Onun ölümünden 45 yıl geçmiş olmasına rağmen, Türkiye'de, Selçuklu tarihçiliğinde ciddi bir ilerlemenin olmadığını görmek, gerçekten üzücüdür. 1961'de Onun 'anayasayı ihlalden' Yassıada yargılamaları esnasında, Yassıada Garnizon Kumandanı Topçu Yüzbaşı Tarık Güryay'a (Harput 1914-1985) attığı tokat, neredeyse bir efsaneye dönüşmüş; akademik kimliğinin önüne geçmiştir. 1951'de Ankara Üniversitesi DTCF Tarih Bölümüne Ortaçağ Türk ve İslam tarihi profesörü olarak atanmıştır. Hocası, tez danışmanı, Fuat Köprülü'nün onun üzerindeki tesiri çok büyüktür. Temelde hem üslup hem de siyasi fikir olarak onun görüşlerini takip ettiği açıkça görülür. Turan'ın Ortaçağ ve Genel Türk tarihi hocaları üzerindeki etkisi de çok büyük olmuştur. Ben DTCF'de araştırma görevlisi iken, merhum Mehmet Altay Köymen hoca, derslerimizde, ondan sitayişle bahseder, onun uğradığı haksızlıklardan söz eder, özellikle Milli Eğitim Bakanlığının yayımladığı İslam Ansiklopedisine yazdığı Selçuklularla ilgili maddelerin değerinden bahsederdi. O yıllarda bu maddelerin kimler tarafından yazılacağı hususu, İstanbul Üniversitesinden İbrahim Kafesoğlu (1914-1984) ve Osman Turan arasında çekişmeye sebep olmuş! Köymen Hoca, Turan'ın Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi isimli kitabına yazdığı takdimi bize okutmaktan çok hoşlanırdı. Şüphesiz ki, Türkiye'de sosyal bilimlerin kurucusu olan Fuat Köprülü ve onun talebesi olarak Osman Turan ( tam adı Osman Ferit'tir ama Ferit adını yazılarında kullanmamıştır. Babasının ismi Hasan Turan olduğu için, Turan soyadını almıştır. Babası, I. Dünya Harbinde kaybolmuştur. Ali Kenan ile Emine Namika'nın kızı olarak 1927 yılında doğan Emine Satia, Osmanlı hanedanına mensuptur ve 1954 senesinde Türkiye'ye gelmiştir), özellikle genç Türk ve İslam tarihçileri üzerinde derin etkiler bırakmıştır.  Köymen Hoca, ilim adamlarının siyasette başarılı olamayacağına dair en güzel örneğin Fuat Köprülü ile Osman Turan olduğunu söylerdi. Bu görüşe göre, bunlar siyasete girmeselerdi, ilmi hayatta daha çok değerli eserler yazacaklar ve Türkiye'ye bu yolla daha çok hizmet etmiş olacaklardı! 1950-1954 yılları arasında DTCF Tarih Bölümünde doçent ve profesörlük yapan Turan, 1954'te Demokrat Partiden Trabzon milletvekili seçilmiştir. Bu görevini 1960 yılına kadar sürdürmüştür. 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesinde 'anayasayı ihlal' suçundan tutuklanmış ve Yassıada'da 16.5 ay hapis yatmıştır. Hapisteyken kendisinden mal beyanında bulunması istenmiştir. 'memur olmasına rağmen geçim seviyesinden üstün bir hayat tarzına sahip olduğundan dolayı' hakkında haksız yere mal edinmekten soruşturma açılmıştır. Bu soruşturma evrakı incelendiği zaman, kendisine yönelik kasıtlı bir eylemin yapıldığı fark ediliyor. 1960'da bir profesörün, eşiyle birlikte, kaloriferli bir kooperatif evinde (Ankara Bahçelievler'deki ev) oturması ve de eşinin bir otomobile (1956 model Ford) sahip olması, haksız yere mal edinme kapsamına sokulmuştur. Neticede komisyonun yaptığı bu soruşturma, beraatla sonuçlanmış, edindiği servetin' tasarruf sonucunda olduğu' anlaşılmıştır. Hatta eşi Satia Hanımın İstanbul Kadıköy Kozyatağı'ndaki kooperatif evi (krediyle yaptırılan) bile soruşturmaya dâhil edilmiştir. Osman Turan'ı Yassıada'ya sürükleyen olayların esası nedir? Soruşturma evrakı ile Turan'ın savunması incelendiği zaman, Turan'ın askerler tarafından koyu bir DP'li olarak algılandığı ve 'muhafazakâr bir kişilik' olarak görüldüğü ortaya çıkıyor. Hâlbuki Turan, kendi savunmasında da belirttiği gibi, demokrasi, milli menfaat ve anlayışa aykırı gördüğü hususları her platformda ifade etmekten çekinmemiştir. 1955 yılındaki büyük DP Kongresinde Adnan Menderes ile şiddetli bir münakaşaya girişmiş, hatta ona fikren hücum etmiş, mebus olduğu halde 1956'da hükümete güvenoyu vermemiş; 1956'da hükümete gazeteleri kapatma yetkisi veren basın yasası teklifini kabul etmemiş; 1958'de Kıbrıs meselesine büyük ilgi duymuş; Sarol'un Yüce Divana gönderilmesi lehinde oy kullanmış; DP Hükümetinden Kıbrıs ve Ortadoğu politikasını izah etmesini istemiştir. Tüm bu siyasal davranışlar, onun DP içinde ciddi muhalefet yaptığını gösteriyor. 1961'de, Yüksek Adalet Divanı Başkanlığına verdiği bir savunma dilekçesinde, siyasal görüşlerini şöylece özetler. Milli irade ve mümessillerinin cezai mesuliyetsizliğine inanmaktadır. Hukuk ve kanunların mutlak sıyanetine, diktatörlük iddialarının (Menderes için) hiçbir esasa dayanmadığı görüşüne sahiptir. Hükümeti tenkit ve murakabeden başka bir konuşma ve hareketi yapmamıştır.  1955 DP Büyük Kongresinde ilk muhalefeti kendisinin yapmıştır. 1955'te Trabzon'da yeni bir üniversite kurulmasına muhalefet etmiştir (bu tam bir ironi. Bu yıl Trabzon Teknik Üniversitesinde Osman Turan ölümünün 45. Yılı çerçevesinde büyük bir törenle anıldı). Gazete kapatma hakkını hükümete veren kanun teklifini onaylamadığını belirtmiştir. Savunmasına şu ifadelerle devam eder: 'Hürriyet uğrunda elinden geleni yapan bir insanın, hem de hürriyet namına, bu kadar perişanlığa duçar olması cidden hazin bir tecellidir. Fakat daha hazini de, bütün kusurlarına rağmen, tarihimizde ilk defa milli iradeye dayanmış bir Meclisin mahkûmiyet tehdidi ile karşılaşmış bulunmasıdır. Bununla beraber en büyük ıstırap kaynağımızın, tarihimizde ilk defa olarak, milletimizi tefrikaya sokan bir dâhili buhranın büyüme istidadına olmasına ve bunun taşıdığı tehlikelerden geldiğine şüphe yoktur. Hâlbuki İstiklal Harbinden sonra, uğradığımız bütün kayıplara karşı, yegâne tesellimiz milli birlik ve tecanüse kavuşmuş olmamız idi. Bugün her Türk vatanperverine düşen vazifenin bu suni husumet ve nifak hislerini sevgi ve birliğe çevirerek düşmanlarımıza fırsat vermemektir'. Görüldüğü gibi, Turan 'milli birlik ve tecanüs' vurgusu yapmıştır.  Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmış olan bir yazıda onun görüşleri şöylece özetlenmiştir: 1954'ten sonra DP çok hata işlemiştir. Demokratik bir memlekette bu hatalardan dolayı hükümetin düşmesi gerekirdi. DP, 'kendi mevcudiyetinin hikmeti olan' hürriyet davasından vazgeçmiştir. Milletin gönlünde kurduğu tahtı yıkma yolundadır. Milleti ümitsizliğe sevk eden amiller şunlardır: Menderes'in münevverlere, ilim ve mefkûreye ve ehliyete itibar etmemesidir. Tenkit ve hürriyet korkusu. Muhalefet değil, DP mebusları bile samimi bir mütalaada bulunamamaktadır. DP, hata ve basiretsiz hareketlerle öz evlatlarına kıymakla kalmamakta, fikir hürriyeti baskı altına alınmaktadır. 'Filhakika sağa bakınca mürteci, sola bakınca komünist damgasını almak korkusu vardır. CHP ve DP zamanında devam eden bu içtimai ve suni ve hükümeti taktiklerine mesnet olan baskının fikir hayatımızda yarattığı kısırlık meydandadır'. O, maarif siyasetini tenkit ediyor: 'köy imamı yobaz, köy muallimi zındık kaldıkça, garp ilmini tesis etmedikçe, manevi buhrandan kurtulamayız. Demokrasinin esası, gayesi parlamentoda tecelli eder. Parlamento vazifesini yapmazsa, yalnız hür seçimler, bizi maksada ulaştırmaz. Nitekim Birinci Büyük Millet Meclisi düşman topları karşısında ve Atatürk gibi bir liderin idaresinde olduğu halde memleketi zafere hür münakaşa sayesinde kavuşturmuştur'. Görüldüğü gibi, bir kısım Türkçü ve İslamcı bir kesimin zannettiği gibi, Turan, fikri olarak Doğucu değildir. O, demokrasiyi, parlamentoyu, tartışmayı, hürriyeti, ilmi, mefkûreyi, ehliyeti, siyasetçilerin münevverlere itibar etmesini, basın özgürlüğünü, milli iradeyi, milli birliği, fikir hürriyetini, Avrupa (Garp) ilminin Türkiye'de tesis edilmesini, savunur. Bu görüşlerin çoğunun kaynağı, Avrupa'dır. Turan'ın bu fikirleri ileri sürmesinden yaklaşık 70 yıl geçmesine rağmen, bu hastalıkların çoğu, zamanımızda da devam ediyor. Belli bir kesimin Turan'ı sadece bir yönüyle değerlendirmesi, yani onun İslam ve Türklükle ilgili fikirlerini ön plana çıkarması, sadece Selçuklu tarihçisi veya sağcı siyasetçi demesi, hamasi tarafları olmasına rağmen, ona haksızlık olacaktır.
Ekleme Tarihi: 22 Eylül 2023 - Cuma

TÜRKİYE’NİN KRONİK HASTALIKLARI: ÖLÜMÜNÜN 45. YILINDA PROF. OSMAN TURAN’I HATIRLAMAK

Türkiye'de sağcı, İslamcı, Türkçü ve milliyetçi kesimin görüşlerine itibar ettiği; sol kesimin ise görüşlerinden hiç haberdar olmadığı kişilerden biri, merhum Prof. Osman Turan'dır (15 Mayıs 1914-1978). Çaykara Soğanlı köyü (eski ismi: Koronas) doğumlu Turan, 64 yıllık ömründe birçok ilmi eserler yazmış, özellikle Anadolu Selçuklu devletinin tarihini birçok yönden aydınlatmıştır. Onun bu çalışmaları halâ geçerliliğini korumaktadır. Onun ölümünden 45 yıl geçmiş olmasına rağmen, Türkiye'de, Selçuklu tarihçiliğinde ciddi bir ilerlemenin olmadığını görmek, gerçekten üzücüdür. 1961'de Onun 'anayasayı ihlalden' Yassıada yargılamaları esnasında, Yassıada Garnizon Kumandanı Topçu Yüzbaşı Tarık Güryay'a (Harput 1914-1985) attığı tokat, neredeyse bir efsaneye dönüşmüş; akademik kimliğinin önüne geçmiştir.
1951'de Ankara Üniversitesi DTCF Tarih Bölümüne Ortaçağ Türk ve İslam tarihi profesörü olarak atanmıştır. Hocası, tez danışmanı, Fuat Köprülü'nün onun üzerindeki tesiri çok büyüktür. Temelde hem üslup hem de siyasi fikir olarak onun görüşlerini takip ettiği açıkça görülür. Turan'ın Ortaçağ ve Genel Türk tarihi hocaları üzerindeki etkisi de çok büyük olmuştur. Ben DTCF'de araştırma görevlisi iken, merhum Mehmet Altay Köymen hoca, derslerimizde, ondan sitayişle bahseder, onun uğradığı haksızlıklardan söz eder, özellikle Milli Eğitim Bakanlığının yayımladığı İslam Ansiklopedisine yazdığı Selçuklularla ilgili maddelerin değerinden bahsederdi. O yıllarda bu maddelerin kimler tarafından yazılacağı hususu, İstanbul Üniversitesinden İbrahim Kafesoğlu (1914-1984) ve Osman Turan arasında çekişmeye sebep olmuş! Köymen Hoca, Turan'ın Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi isimli kitabına yazdığı takdimi bize okutmaktan çok hoşlanırdı. Şüphesiz ki, Türkiye'de sosyal bilimlerin kurucusu olan Fuat Köprülü ve onun talebesi olarak Osman Turan ( tam adı Osman Ferit'tir ama Ferit adını yazılarında kullanmamıştır. Babasının ismi Hasan Turan olduğu için, Turan soyadını almıştır. Babası, I. Dünya Harbinde kaybolmuştur. Ali Kenan ile Emine Namika'nın kızı olarak 1927 yılında doğan Emine Satia, Osmanlı hanedanına mensuptur ve 1954 senesinde Türkiye'ye gelmiştir), özellikle genç Türk ve İslam tarihçileri üzerinde derin etkiler bırakmıştır. 
Köymen Hoca, ilim adamlarının siyasette başarılı olamayacağına dair en güzel örneğin Fuat Köprülü ile Osman Turan olduğunu söylerdi. Bu görüşe göre, bunlar siyasete girmeselerdi, ilmi hayatta daha çok değerli eserler yazacaklar ve Türkiye'ye bu yolla daha çok hizmet etmiş olacaklardı! 1950-1954 yılları arasında DTCF Tarih Bölümünde doçent ve profesörlük yapan Turan, 1954'te Demokrat Partiden Trabzon milletvekili seçilmiştir. Bu görevini 1960 yılına kadar sürdürmüştür. 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesinde 'anayasayı ihlal' suçundan tutuklanmış ve Yassıada'da 16.5 ay hapis yatmıştır. Hapisteyken kendisinden mal beyanında bulunması istenmiştir. 'memur olmasına rağmen geçim seviyesinden üstün bir hayat tarzına sahip olduğundan dolayı' hakkında haksız yere mal edinmekten soruşturma açılmıştır. Bu soruşturma evrakı incelendiği zaman, kendisine yönelik kasıtlı bir eylemin yapıldığı fark ediliyor. 1960'da bir profesörün, eşiyle birlikte, kaloriferli bir kooperatif evinde (Ankara Bahçelievler'deki ev) oturması ve de eşinin bir otomobile (1956 model Ford) sahip olması, haksız yere mal edinme kapsamına sokulmuştur. Neticede komisyonun yaptığı bu soruşturma, beraatla sonuçlanmış, edindiği servetin' tasarruf sonucunda olduğu' anlaşılmıştır. Hatta eşi Satia Hanımın İstanbul Kadıköy Kozyatağı'ndaki kooperatif evi (krediyle yaptırılan) bile soruşturmaya dâhil edilmiştir.
Osman Turan'ı Yassıada'ya sürükleyen olayların esası nedir? Soruşturma evrakı ile Turan'ın savunması incelendiği zaman, Turan'ın askerler tarafından koyu bir DP'li olarak algılandığı ve 'muhafazakâr bir kişilik' olarak görüldüğü ortaya çıkıyor. Hâlbuki Turan, kendi savunmasında da belirttiği gibi, demokrasi, milli menfaat ve anlayışa aykırı gördüğü hususları her platformda ifade etmekten çekinmemiştir. 1955 yılındaki büyük DP Kongresinde Adnan Menderes ile şiddetli bir münakaşaya girişmiş, hatta ona fikren hücum etmiş, mebus olduğu halde 1956'da hükümete güvenoyu vermemiş; 1956'da hükümete gazeteleri kapatma yetkisi veren basın yasası teklifini kabul etmemiş; 1958'de Kıbrıs meselesine büyük ilgi duymuş; Sarol'un Yüce Divana gönderilmesi lehinde oy kullanmış; DP Hükümetinden Kıbrıs ve Ortadoğu politikasını izah etmesini istemiştir. Tüm bu siyasal davranışlar, onun DP içinde ciddi muhalefet yaptığını gösteriyor. 1961'de, Yüksek Adalet Divanı Başkanlığına verdiği bir savunma dilekçesinde, siyasal görüşlerini şöylece özetler. Milli irade ve mümessillerinin cezai mesuliyetsizliğine inanmaktadır. Hukuk ve kanunların mutlak sıyanetine, diktatörlük iddialarının (Menderes için) hiçbir esasa dayanmadığı görüşüne sahiptir. Hükümeti tenkit ve murakabeden başka bir konuşma ve hareketi yapmamıştır.  1955 DP Büyük Kongresinde ilk muhalefeti kendisinin yapmıştır. 1955'te Trabzon'da yeni bir üniversite kurulmasına muhalefet etmiştir (bu tam bir ironi. Bu yıl Trabzon Teknik Üniversitesinde Osman Turan ölümünün 45. Yılı çerçevesinde büyük bir törenle anıldı). Gazete kapatma hakkını hükümete veren kanun teklifini onaylamadığını belirtmiştir. Savunmasına şu ifadelerle devam eder: 'Hürriyet uğrunda elinden geleni yapan bir insanın, hem de hürriyet namına, bu kadar perişanlığa duçar olması cidden hazin bir tecellidir. Fakat daha hazini de, bütün kusurlarına rağmen, tarihimizde ilk defa milli iradeye dayanmış bir Meclisin mahkûmiyet tehdidi ile karşılaşmış bulunmasıdır. Bununla beraber en büyük ıstırap kaynağımızın, tarihimizde ilk defa olarak, milletimizi tefrikaya sokan bir dâhili buhranın büyüme istidadına olmasına ve bunun taşıdığı tehlikelerden geldiğine şüphe yoktur. Hâlbuki İstiklal Harbinden sonra, uğradığımız bütün kayıplara karşı, yegâne tesellimiz milli birlik ve tecanüse kavuşmuş olmamız idi. Bugün her Türk vatanperverine düşen vazifenin bu suni husumet ve nifak hislerini sevgi ve birliğe çevirerek düşmanlarımıza fırsat vermemektir'. Görüldüğü gibi, Turan 'milli birlik ve tecanüs' vurgusu yapmıştır. 
Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmış olan bir yazıda onun görüşleri şöylece özetlenmiştir: 1954'ten sonra DP çok hata işlemiştir. Demokratik bir memlekette bu hatalardan dolayı hükümetin düşmesi gerekirdi. DP, 'kendi mevcudiyetinin hikmeti olan' hürriyet davasından vazgeçmiştir. Milletin gönlünde kurduğu tahtı yıkma yolundadır. Milleti ümitsizliğe sevk eden amiller şunlardır: Menderes'in münevverlere, ilim ve mefkûreye ve ehliyete itibar etmemesidir. Tenkit ve hürriyet korkusu. Muhalefet değil, DP mebusları bile samimi bir mütalaada bulunamamaktadır. DP, hata ve basiretsiz hareketlerle öz evlatlarına kıymakla kalmamakta, fikir hürriyeti baskı altına alınmaktadır. 'Filhakika sağa bakınca mürteci, sola bakınca komünist damgasını almak korkusu vardır. CHP ve DP zamanında devam eden bu içtimai ve suni ve hükümeti taktiklerine mesnet olan baskının fikir hayatımızda yarattığı kısırlık meydandadır'. O, maarif siyasetini tenkit ediyor: 'köy imamı yobaz, köy muallimi zındık kaldıkça, garp ilmini tesis etmedikçe, manevi buhrandan kurtulamayız. Demokrasinin esası, gayesi parlamentoda tecelli eder. Parlamento vazifesini yapmazsa, yalnız hür seçimler, bizi maksada ulaştırmaz. Nitekim Birinci Büyük Millet Meclisi düşman topları karşısında ve Atatürk gibi bir liderin idaresinde olduğu halde memleketi zafere hür münakaşa sayesinde kavuşturmuştur'.
Görüldüğü gibi, bir kısım Türkçü ve İslamcı bir kesimin zannettiği gibi, Turan, fikri olarak Doğucu değildir. O, demokrasiyi, parlamentoyu, tartışmayı, hürriyeti, ilmi, mefkûreyi, ehliyeti, siyasetçilerin münevverlere itibar etmesini, basın özgürlüğünü, milli iradeyi, milli birliği, fikir hürriyetini, Avrupa (Garp) ilminin Türkiye'de tesis edilmesini, savunur. Bu görüşlerin çoğunun kaynağı, Avrupa'dır. Turan'ın bu fikirleri ileri sürmesinden yaklaşık 70 yıl geçmesine rağmen, bu hastalıkların çoğu, zamanımızda da devam ediyor. Belli bir kesimin Turan'ı sadece bir yönüyle değerlendirmesi, yani onun İslam ve Türklükle ilgili fikirlerini ön plana çıkarması, sadece Selçuklu tarihçisi veya sağcı siyasetçi demesi, hamasi tarafları olmasına rağmen, ona haksızlık olacaktır.
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (2)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yesilbanazgazetesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yılmaz Kurt
(26.09.2023 23:57 - #302)
Tebrik ediyorum Akif Bey.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yesilbanazgazetesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Yılmaz Kurt
(26.09.2023 23:57 - #303)
Tebrik ediyorum Akif Bey.
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yesilbanazgazetesi.net sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.