YÜRÜYÜŞE DAVET VE BADAK

Uyandığında saat altı on beşi gösteriyordu. Oysa bir gün önce davet edildiği yürüyüşü kaçırmamak için telefonunun saatini sekize kurup öyle yatmıştı. Yatakta bir süre o yana bir bu yana dönüp miskinlik, yatak keyfinden sonra uyuyamayacağını anlayıp kalktı. Kahvaltı için çay suyunu ocağa koydu. Yürüyüş yapacakları rota doğduğu köy Hasan köy ile komşu köy Şaban köy arasındaki on dört kilometrelik mesafeydi. Sabah planladığından erken uyanıp henüz horozlar ötüp gün doğmadan ayağa gelmesinin sebebi, doğduğu köyün dağlarında ilk kez yürüyecek olmanın heyecanıydı. Bu köyde, Hasan köyünde doğmuştu doğmasına ama burada büyümemiş, dağlarını tanımamıştı. Köye yaptığı yolculuklarda hatta daha oraya gitme ihtimali belirdiğinde hep göğsünün sol yanındaki cevahir ayaklanır, heyecandan içi içine sığmazdı. Üstelik bu gün daha önce hiç gitmediği, ayak basmadığı yerlerde dağlarda, yaylada yapacaklardı yürüyüşü. Kim bilir kendi gibi o dağlarda doğmuş yaşayan nice sincaplar, tavşanlar, cıvıl cıvıl öten kuşları görecek, görmese de onların varlığını hissedecek, onlarda tedirgin bir merakla gizlendikleri yerden temkinli davetsiz gelen misafirleri gözleyeceklerdi. Dinlenme molaların da ormanı var eden mis kokulu çam ağaçlarına yaslanıp azığını yiyecek, tertemiz çam havasını şehrin hasta ettiği astımlı ciğerlerine dolduracak, mutluluğun tadına varacaktı... Belki de bu anda ünlü şair Nazım Hikmet’in ressam arkadaşı  Abidin Dino’ya sorduğu zor soruyu hatırlayıp iç çekecekti. “Sen mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin?” Neden sonra soru kendine sorulmuş gibi cevap verecek, “Evet mutluluğun resmi çizilebilir. Bu resim ancak insanın doğduğu dağlarda geçirdiği anlarda gizlidir” diyecekti. Bu günkü heyecanının ve yürüyüşe katılmasının bir başka önemli sebebi daha vardı... Doğaya, sağlığa ve spora önem veren kişilerce doğup büyüdüğü İç Ege’nin bu yeşili bol ilçesi Banaz’da yeni kurulan dağcılık kulübüydü. Kulüp dediysem tenis kulübü, golf kulübü, binicilik kulübü gibi parası bol züppelerin daha çok zevk, sefa için büyük paralarla kurduklarından değil! Sağlığını ve doğayı önemsemişlerin kulübüydü bu. BADAK (Banaz Dağcılık ve Doğa Kulübü) Banaz’da halktan bir kaç kişinin bir araya gelerek kurduğu ve ilginin giderek arttığı, içinde esnaf, memur, emekli, işçi ve köylülerden oluşan samimi bir gurup. “Murat Dağına ve çevresine ilgi duyan ne kadar çok kişi, gurup, organizasyon ve birliktelik olursa o kadar iyi” diye geçirdi içinden. Zira maden çıkarma bahanesiyle Murat Dağına göz dikmiş kem ve aç gözlü kişileri ancak bu gibi doğa dostu insanların çeşitli sebeplerle bir araya gelmeleri koruyup kollayabilirdi. Aklına on yıl kadar önce buna benzer bir şekilde bir kaç kişi ile birlikte kurup halkın sahiplenmesiyle büyüttükleri “Murat Dağıma Dokunma Platformu” geldi. Dudaklarına mutlu bir tebessüm yayıldı. Dağdaki talanı on yıllık mücadeleyle en azından şimdilik bu platformla durdurmuşlardı. Bu dağ ve buradaki hayat savunulmalı ve korunmalıydı. Çünkü bu dağ sağlık, bu dağ bereket, bu dağ Friglerden, Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana yüz yıllarca buram buram kokan tarih demekti. Kısaca bu dağ hayat demekti. Yalnızca ilçe halkı için değil burada çıkan sularıyla bu dağ, ülkemizin akar sularının suyunun yüzde kırkının kaynağı ülkemizin bereket pınarıydı. Sabah planlanan zamanda başlayan yürüyüş tepelerde arada serpiştiren kar, dolu ve yağmur olsa da kimse fazla zorlanmadan, neşe ile yürüyüşü tamamladı. Antik bir su kuyusu, suyu azalmış bir kaç çeşme, define avcılarının yer yer köstebek gibi eştikleri toprak yığınları, türküler, bolca muhabbet, bolca kahkaha memnun yüzler, yorgun ayaklar ve bolca çekilen fotoğraf... Orman hayvanları önce tedirgin oldukları bu insanlara dört saatlik yürüyüşte alışmış ve rahatlamışlardı. Dönüş yolu için göl kenarına gelen yürüyüşçülerin kendilerini bekleyen araca binerken bir sincap gizlendiği yerden çıkıp “tekrar bekleriz, biz hep buralardayız, bizi unutmayın” dediyse de aracın homurtusu ve pis kokusu arasında duyulmadı. Yürüyenler köye döndüklerinde misafirperver muhtar ve köy halkının sofrasında önce yörenin olmazsa olmazı tarhana çorbası ve sıcacık çay, genç kızların servisi ile imdada yetişti. Şehirlinin serpme kahvaltısına taş çıkartacak bu güzel kahvaltıda adeta kuş sütü eksikti. İkili üçlü sohbetler, tavşan kanı çaylar eşliğinde ne kadar sürdü fark edilmese de, günün yorgunluğu hissedilir olmaya başladığında ortak his artık gitme vaktinin geldiği yönündeydi.  Doğanın birleştirici gücü bir kez daha kendini göstermiş, şairin; “Dört nala gelip uzak Asya’dan Akdenize bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket” diye tarif ettiği ülkemizin doğa ve insan zenginliğinin hissedildiği bir gün hafızanın unutulmazları arasın da çoktan yerini almıştı.        KEMAL KARATAŞ                        06.04.2025 - BANAZ